Karşılıklı suçlamalar sürüyor...

2013-2014 sezonuna hazırlanılan şu günlerde Türk futbolunun başlıca gündemi ne, diye sorsalar... “Aslında tam anlayamadığım karşılıklı suçlamalar”, derdim herhalde...

NTV Spor 09 Tem 2013
Karşılıklı suçlamalar sürüyor...

2013-2014 sezonuna hazırlanılan şu günlerde Türk futbolunun başlıca gündemi ne, diye sorsalar... “Aslında tam anlayamadığım karşılıklı suçlamalar”, derdim herhalde...

Türk futbolunun gündemi dedim ama, biz buna Fenerbahçe ve Galatasaray'ın gündemi de diyebiliriz. Bu iki güzide kulüp kendilerini Türk futbolu olarak gördükleri gibi, genel kanaat de bu yönde olduğu için yanlış bir tanım olmaz herhalde...

Aziz Yıldırım, UEFA'yı, Futbol Federasyonu'nu, Galatasaray'ı ve kim olduğunu açıklamadığı “Fenerbahçe'yi yıkmaya çalışan güçleri” suçluyor.

Galatasaray cephesinin hedefinde, yabancı oyuncu sayısını sınırlayan Federasyon var. Tabii arada Fenerbahçe'yi de “yoklamadan” geçmiyorlar.

İki İstanbulluya Trabzonspor'u da eklemek gerekiyor; onlar da  Federasyona yükleniyor haklı olarak, “şampiyonluğumu ver” diyerek...

(Beşiktaş cephesi bu aralar tartışmaların dışında durmaya çalışıyor, anladığım kadarıyla... Stad derdinden, bütçeyi denkleştirme çabasından başını kaldıracak hali yok gibi...)

Ama dikkat ediyorum, futbolun bir muhabbet vesilesi olduğu topluluklarda bu tartışmaların, karşılıklı suçlamaların her hangi bir ağırlığı yok. Görebildiğim kadarıyla, insanlar bu açıklamalara, bu konudaki haberlere de fazla itibar etmiyorlar; yani ilgilerini çekmiyor. Fenerbahçe ve Galatasaray arasındaki bitmek bilmeyen söz düellolarından herkes eni konu sıkılmış durumda... Ve iş giderek manasız bir kördöğüşüne dönüşmekte... Esasen bu kör döğüşünün gerisinde, eski bir siyaset taktiği olarak, bazı kulüplerin görünür ya da görünmez “düşmanlar” yaratarak kendi camialarını konsolide etme çabası olduğu anlaşılıyor.

* * *

Son bir ay içinde Türkiye'de futbol kamuoyunun gerçekte en fazla ilgisini çeken hadise nedir diye şöyle bir düşünelim... Aziz Yıldırım'ın hezeyan dolu açıklamaları mı? Yoksa Galatasaray'ın “hep bana” takıntılı yabancı oyuncu mevzuu mu? Hiç sanmıyorum. Bana kalırsa insanları en çok heyecanlandıran, en fazla muhabbet konusu olan hadise Gezi vesilesiyle tanık olduğumuz “renklerin kardeşliği” oldu. Bütün o rekabetin hırgürü içinde, meğer herkesin gönlünden geçen de buymuş. İstanbul üçlüsü formalarıyla yan yana gelsin, bir arada yürüsün, dayanışsın... Karşıyakalı bir taraftar Göztepe atkısı taksın... Rüyalarımızda görsek hayra yoramayacağımız bu görüntülere tanık olmak sadece futbola ilgi duyanların değil, bu ülkede yaşayan herkesin başlıca gündemi (ve sevinci) oldu.

Büyük kulüplerimizi yöneten insanlar ise ne gördüklerinden bir şey anlamışlar ne de ders çıkarmışlar... “Kulübelerde” barış varken “saraylardaki” savaş hâlâ sürüyor. Farkında değiller ki, bu kafayla devam ettikleri sürece kendi altlarındaki toprak kayıyor, kaymaya devam edecek.

Komik olan şu ki, bir yandan kavga ederlerken bir yandan da “Türk futbolunun geleceği” falan gibi lafları ağızlarından eksik etmiyorlar... Türk futbolunun bugününe kısaca bakarsak geleceği konusunda da fikir sahibi olabiliriz. İki kulüp şike yaptıkları gerekçesiyle Avrupa kupalarından men edilmiş...

Büyük umutlarla katıldığımız 20 Yaşaltı Dünya Kupası'nda Özbekistan ve Irak tur atlarken biz çeyrek finalde havlu atmışız... A Milli Takımın 2014 Dünya Kupası'na katılması bir hayal kadar uzak... FİFA'nın Temmuz ayı dünya klasmanında üç basamak daha gerileyerek 57'nci sıraya düşmüşüz... Üzerimizde yer alan takımlardan bazıları, Ekvador, Yeni Zelanda, Honduras, Burkine Faso ve Yeşil Burun Adaları... Ama lafa başlayan Türk futbolunun geleceği, marka değeri falan diyor... Ve bizler de bu lafı edenlerin samimiyetine inanıyoruz, öyle mi?