Güzel bir derbinin ardından

Sonuçta izlediğimiz maç, takım gibi bir takımla hâlâ takım olamamış bir “takım”ın maçıydı. Puanları paylaştılar. Muhtemelen her iki taraf da –en azından- hüzünle ayrılmadı sahadan...

NTV Spor 28 Eki 2011
Güzel bir derbinin ardından

Önce iki takımın attığı gollere bakalım.
Beşiktaş'ın ilk golünde, Simao Sabrosa'nın topun gelişine vuruşu –elbette bir vuruş ustalığı olmakla birlikte- bir oyuncunun sıklıkla sergileyebileceği bir maharet değildi. Top öyle bir yere ve üstelik falso alarak gitti ki, Avrupa'nın en iyi kalecilerinden biri olan Volkan'ın bile yapabileceği fazla bir şey yoktu. Netice olarak, bir “vuruş şansıydı” dersek, yalan olmaz.

Fenerbahçe'nin ilk golüne gelirsek... Malum, direkten dönen top –her zaman olduğu gibi- yine Alex'in önüne düştü ve onun işi bitirmesi zor olmadı. Şöyle bir durum var: Bu müthiş oyuncu, herhangi bir atakta, cezasahası içinde nerede durması gerektiğini adeta milimetrik olarak hesaplıyor ve orada duruyor ya da futbolun şans meleği her daim Alex de Souza'nın omzunun üzerinde. Ya da ikisi birden!

Bitmedi! Bu golde Fenerbahçe'nin kanattan geliştirdiği atakta Quaresma, eli belinde top bekleyip savunmaya yardım etmeye gönül indirmediğinden Beşiktaş'ın sağ kanat savunması çöktü. İkiye birle değil; üçe birle! Nitekim Fenerbahçeli oyuncular, Caner'in direkten dönen vuruşundan önce, Beşiktaş cezasahası içinde güle oynaya 3-4 pas yaptılar.

Öyleyse neymiş? Kanatta oynayan hücum oyuncusu, rakip bek bindirme yaptığında savunmaya dönmüyorsa, top koşturduğu kanatta cambazlığın kralını da yapsa, takımı gol yer!

Beşiktaş'ın ikinci golüne gelelim... Malum, Quaresma'nın amansız çalımlarıyla savunmayı sürklase edip yaptığı orta golü getirdi. Ve elbette Almeida'nın adeta havada asılı kalıp vurduğu kafa şutuydu işi bitiren... Ama bakın görüntülere, golün gizli kahramanı Ziegler'di. Topu çizgiden çıkarayım derken, aslında Almeida'nın vuruşunu savuşturacak pozisyonda olan Volkan'ı bloke etti.

Maçın en “evlere şenlik” hadisesi, Fener'in ikinci golüydü. Futbol okullarında “bir baraj nasıl yanlış kurulur” başlığı altında ders olarak gösterilecek bir gol! En az üç, doğrusu dört kişilik kurulması gereken baraj iki kişiyle kuruldu. Nitekim Cristian da üçüncü baraj elemanının olması gereken yerden topu köşeye gönderdi. Ne yalan söyleyeyim, benim ilk tepkim Cenk'eydi. Golü yediği için değil; iki kişilik baraj kurdurduğu için! Ama maçı televizyondan seyreden arkadaşlar uyardı; çocuk “üç kişi... üç kişi...” diye bağırıyordu, diye. Öyleyse diyecek bir şey yok! Gol, kalecinin uyarısını dikkate almayan diğer on oyuncunun ayıbıdır.

Her iki takım da sağolsun, heyecanlı, güzel bir maç oldu.  Aykut Kocaman'ın ısrarla ayağa oynayan, topa sahip olmak konusunda inatçı davranan takımı galibiyete daha yakındı. Ama derbiler böyledir; galibiyete yakınken, bazen beraberliği zor kurtarırsınız. Nitekim bu maçta da durum ayniyle vakiydi. Misal, Beşiktaş o barajı iki değil de üç ya da dört kişi kursaydı, Fener İnönü'den eli boş dönecekti. Öyle olsa Fener kötü mü oynamış olacaktı. Değil. Daha iyi oynadığı halde haketmediği bir malubiyet alacaktı. Futbolun adaleti tecelli etti.

Sonuçta izlediğimiz maç, takım gibi bir takımla hâlâ takım olamamış bir “takım”ın maçıydı. Puanları paylaştılar. Muhtemelen her iki taraf da –en azından- hüzünle ayrılmadı sahadan...

Görünen o ki, Fenerbahçe bu yıl da ligi domine edecek; olağandışı tökezlemeler yaşamazsa... Aykut Kocaman elindeki malzemeyi iyi değerlendiren, artık hakikaten kalbur üstü bir hoca. Zaman içinde oyun prensiplerini takıma benimsetiyor ve uygulatıyor. Bunu yaparken kendisini öne atmıyor. Ölçülü, efendi ve örnek bir kişilik sergiliyor. Bizde az rastlanır böyle hocalara... Kendisini hayranlık ve saygıyla izlemeye devam edeceğiz. (Yine de bu maç özelinde Fener'in en iyisi Caner'i oyundan niye aldığını doğrusu anlamadım. Mutlaka bir bildiği vardır.)

Söz hocalardan açılmışken... Carvalhal'ın sınırları anlaşıldı. Beşiktaş'tan bir takım yaratmak yerine, hemşerilerinin dümen suyuna gidecek gibi görünüyor. Başta Quaresma olmak üzere, kafasına göre takılan ve lige “renk katan” bir sirk takımı seyretmeyi sürdüreceğiz. Herşeye rağmen çizginin kenarındaki çocuksu heyecanı çok sempatik. Üstelik sahada ne zaman ne yapacağı belli olmayan takımıyla gayet uyumlu. Öyle anlaşılıyor ki, Carvalhal saha kenarında, taraftar tribünde, sekteyi kalbin eşiğinde geçip gidecek bütün sezon...