Yaz, artık geride kaldı...

Hafif bir rüzgar esti; müzik tempo düşürdü... Kısacası 'Eylül' geldi.

NTV Spor 01 Eyl 2015
Yaz, artık geride kaldı...
Hafif bir rüzgar esti; müzik tempo düşürdü... Kısacası 'Eylül' geldi.
 
Eylül bir ay değil bir mevsimdir aslında...
 
Bu yaz dediğin de havanın sıcak olması ile başlayıp, hava tekrar serinleyinceye kadar geçen süreye tekabül etmez zaten.
 
Yaz dediğin Haziran'da başlar, Ağustos'ta biter. (Yok sadece çocukluktan gelen şartlı bir refleks değil bu. Yaz böyledir: Başlangıcı vardır bir de sonu)
 
Mayıs, yaza hazırlar... Eylül ise, yazın adrenali ve sıcağını yavaş yavaş bir sonraki yıla kadar sakinleştirmeye başlayan hafif solgun saman sarısı bir ışık hüzmesidir...
 
Eylül'ün ardından sonraki yaza kadar çetin bir kıştır gerisi...
 
Yoğun bir yazdı. Sürekli koşturmaktan kelimeler hep havada kaldı.
 
Şimdi kelebek yakalar gibi, birkaç kelimeyi alıp bir arada tutmamaya çalışacağım.
 
Seyahatname olsun mu olsun. Sayılmaz mı? Sayılır. Sayıldı, hakem verdi bile.


 
BARCELONA VE ARDA TURAN
Arda Turan'ın Barcelona transferini adım adım takip etmek, bir Hollywood filmini çekimler sürerken kameranın yanından izlemek gibiydi. Bayrampaşa sokaklarından, Katalunya caddelerine... Birkaç iyi senaristi bir araya getirsek daha güzel sözlerle anlatılamayacak bir hikaye... Barcelona büyülü bir şehir, dünyanın belki de en büyülü futbol takımı ile bütünleşmiş anlatılamayacak, sadece yaşanarak gerçekten kavranabilecek özel bir yer. Yavuzalp Yamaner ile birlikte oradaydık. Bir roman tadındaki Arda Turan biyografisinin zirve sahnelerini orada yaşadık. Bayrampaşa Altıntepsi'den Katalunya; Camp Nou'ya... Helal olsun be sana çocuk, yolun açık olsun dedik her bir karede... Zaten bir kulüpten fazlasıydı Barcelona şimdi bu tanım başka bir boyut kazandı... Bir de Woody Allen'ın "Vicky, Cristina Barcelona" filmini izlemediyseniz bir izleyin derim. İşte hanımlar beyler size gerçek Barcelona...


 
ALTINORDU İLE İSVİÇRE'DE...
U12 Swiss Cup için artık altyapı denince ilk akla gelen Altınordu'nun genç yıldız adayları ile İsviçre'de nefis bir hafta geçirdik. Altınordu'nun son yıllarda Türk Futbolu'nun altyapı kavramına bir güneş gibi doğmasının nedenini bir kez daha yerinde gördük. Çocuklar uluslararası turnuvalarda Manchester City, Bayern Münih gibi takımların genç futbolcuları ile karşılaşıp lokal değil global bireyler olarak yetişiyor. Maç sonrası rakip takımlardan çocuklarla arkadaşlıklar kuruyor. Sosyal medyadan arkadaşlıklarını sürdürüyor. Hayalleri hep sınırları aşan futbolcudan öte kişiliklerle olgunlaşıyorlar... Orada Altınordu'ya artık altyapı noktasında bir Elit Kulüp olarak yaklaşıldığını gördüm. Bu hamleleri yapan, bu noktaya ulaşan kulübün tüm bireyleri ile saygıyı da bir seyahatname yazısından ötesini de hak ediyor. Daha geniş kapsamlı bir yazı sırada ve yakında detayları ile geliyor...


 
FC WIL
Bu sene kadrosuna Egemen Korkmaz, Selçuk Şahin, Mert Nobre ve Andre Santos'u katan; takımın başına da Fuat Çapa'yı getiren İsviçre 2. Lig temsilcisi FC Wil, bir anda bizden bir takım haline geldi. Bu takım neden bunları yaptı derseniz bir Türk kargo firmasının kulübün çoğunluk hissesine sahip olduğunu söylemek yeterli bir ipucu olacaktır diye düşünüyorum. Wil kulübüne gidip orada bu isimlerle özel röportajlar yapmak büyük keyifti. Egemen mesela röportaj sonrası yaptığımız sohbette Wil'i ailesi ve çocukların eğitimi için seçtiğini dile getirdi. Kenti bir görseniz Egemen'e hemen hak verirsiniz. Dizi seti gibi bir yerleşim ve üst düzey kalitede eğitim. Bir de 1. Lig'e taşıyabilirlerse takımı enfes bir hayat. Umarım daha fazla Türk futbolcusu bu tarz seçimler yapar da, hayata başka açıdan bakan insan sayısı artar çevremizde. Ne demişti Ortaçgil: Olamaz mı? Olabilir...
 
BERLİN'DE BİR FİNAL
Berlin'de Şampiyonlar Ligi Finali takibi yazın ve kişisel anı müzemin özel yerinde. Messi - Neymar - Suarez 3'lüsünü canlı izlemek, Beethoven - Chopin ve Mozart'ın birlikte sahneye çıktıkları bir konseri yerinde takip etmek gibiydi. Bir Barça sempatizanı olarak gollerde zıplamadım desem yalan olur. Ama zaten Barça ile Juve arasında sıklet farkı barizdi. Beni asıl etkileyense Berlin'in kendisiydi. Aklımda 'Ya hala bu Berlin Duvarı denen mahlukat yıkılmasaydı da ayrım olsaydı' düşüncesi belirdi sık sık. Sonra gözlerimi kapatıp Wind Of Change mırıldandım ıslıkla. Değişimeyen tek şey değişimin kendisiydi. Duvarlar yıkılmak içindi. Ne kadar yüksek; ne kadar geniş yaparsanız yapın, özgürlüğün ve hayatın ışığı bulmasının önünde hiçbir duvar duramazdı. Duramadı, duramayacak. 
 
BOZCAADA
Bir iki cümle etmeden geçmek istemiyorum. Hem 'Bi küçük Eylül meselesi' filmi de bu muhteşem adada geçiyordu. Mercedes'in sponsorluğundaki Kiteboard Avrupa şampiyonası için Haziran'da gittik Bozcaada'ya Kağan Yazıcı ile birlikte. Ada açık ara Türkiye'nin en güzel 2-3 noktasından biri olarak girdi anı defterime. Sanki Hawaii'de 90'larda geçen bir filmin içindeki gençlik karakterleriydik. Bozcaada, kumsalları ve rüzgarı ile Kiteboard severlerin popüler noktalarından biri oldu bile. Yapılan organizasyonlar ve çalışmalar uluslarası seviyede. Şehirden biraz uzak olduğundan kendine ait bir dokunulmamışlığı var. Bırakalım öyle kalsın. Ama Bozcaada'yı görmeden, bir kavanoz domates reçeli alıp yemeden ölmemek lazım. Onu da not düşeyim. 
 
TRANSFER SEZONU
Bu sene her zamankinden farklıydı. Sonunda yabancı sınırı denen çağ dışı uygulamadan kurtulduk. Hem bir futbolsever hem de bir gazeteci olarak çok yoğun ama bir o kadar da keyifli bir transfer dönemi yaşadığımı söylemeliyim. Quaresma - Van Persie - Nani - Gomez - Podolski - Eto'o gibi süper yıldızları havaalanlarında bekledik, karşıladık, röportajlar yaptık, yeşil sahada izliyoruz. Keşke bu kadar yıldız ülkeye gelmişken basketboldan feyz alınarak bir uygulama yapılsa da; bir All-Star maçı izlesek demeden alamıyorum kendimi. Türk Karması, Yabancı karmasına karşı. Enfes olmaz mı? Bir de takımlarımızın katıldığı turnuvalar sanki artık boyut değiştirmeli. Fenerbahçe'nin Afyon'da katıldığı turnuvayı takip ederken aklımda bu düşünce oluştu. Tıpkı Liverpool, Real Madrid, Manchester UTD. gibi ekiplerin uyguladığı modeli oluşturup, dev takımların yer aldığı; bırakın Avrupa içi turnuvaları, kıta aşırı, okyanus aşırı organizasyonlarda yer almanın zamanı artık geldi. Bu kadar yıldız, bu kadar yatırımın ardından, Belçika 3. Lig takımı ile değil bir kıta dışı turnuvada prestije prestij katacak etkinlikte yer almak geremekte... 
 
GELİBOLU YÜZME ETKİNLİĞİ
NTV Spor olarak 1 saatlik bir özel yayınla bu organizasyonu ekranlara taşıdık. Tam 100 yıl önce yaşanan Çanakkale savaşının en yoğun noktasında bu kez barış için kulaçlar atıldı. 1915 metreden Anzak Koyu kıyalarına yüzüldü. Tarihin bize anlatmak istediği bir mesaj olarak belki, ilk olarak bir Avustralyalı ulaştı kıyıya. Mesaj netti: 'Sınırlar kafanızda; barış hemen şimdi'... Milli Olimpiyat Komitesini de tebrik etmek lazım. Umarım bu tarz organizasyonlar artarak sürer...
 
"Bilin bakalım ben bu yaz neredeydim!?" gibi bir Şener Şen seslendirmeli Badi Ekrem tonlaması oluşturmak için kaleme alınmış bir yazı değil bu. Öyle olsa daha da uzatmak gerekirdi zaten... Sadece sürekli yolculuklardan dolayı kalemden biraz uzak kalmanın ve bu uzak kalışın eksikliğini kısa kısa cümlelerde azaltmak isteğinin getirisi bu satırlar... Okumak güzel de tek başına olmuyor. Yazamayınca eksik hissediyor şu an klavyede arka planda Bon Jovi'den 'Bir gün Cumartesi gecesi olacağım' dinleyerek kelimelerin ipini salan bu cümlelerin yazarı...
 
Yaz bitti, Yaz'ı'lar tekrar başladı. Küçük bir 'I' harfi bile ne kadar fark yaratıyor değil mi düşününce... O başka bir yazı konusu olsun artık... Görüşmek üzere...