"Dünyanın en mutlu insanı olurum"

Fenerbahçe Ülker Başantrenörü Zeljko Obradovic, NTV Spor'a önemli açıklamalarda bulundu. Sırp antrenör, Euroleague Final Four'da ev sahibi Real Madrid'i mağlup ederlerse dünyanın en mutlu insanı olacağını söyledi.

NTV Spor 05.05.2015 - 16:38
"Dünyanın en mutlu insanı olurum"

Fenerbahçe Ülker Başantrenörü Zeljko Obradovic, NTV Spor'un sorularını yanıtladı. THY Euroleague Final Four'da ev sahibi Real Madrid ile oynayacakları karşılaşmayı değerlendiren tecrübeli antrenör, "Kazanırsak dünyanın en mutlu insanı olurum" dedi.

İşte Obradovic'in açıklamaları...

Kariyerinizdeki 14. Final Four, ancak bu Fenerbahçe Ülker tarihi için bir ilk. Diğerleriyle kıyasladığınız zaman, bu kez son dörde kalmak ne kadar zordu?

Hepsi aynı. Her zaman Final Four'a kalmak zordur. Hiçbir şey değişmedi. Büyük bir istek, motivasyonla sezona başlarsınız. Sonrasında her zaman olduğu gibi maç maç ilerlemeye çalışırsınız. En nihayetinde sezon başından beri en büyük hedefimize ulaştık. Bu başarının arkasında sadece bu sezon değil, geçen sezondan bu yana iyi ve çok çalışan oyuncularım var.

Fenerbahçe Ülker taraftarı ilk imzaladığınız andan itibaren Final Four'u hedefliyor, ancak siz “Final Four” kalıbını telaffuz etmekten kaçındınız ve hep maç maç ilerlemek gerektiğini söylediniz. Neden böyle bir yolu tercih ettiniz?

Mantıklı ve normal olanı bu. Benim tecrübelerime göre Final Four'a kalmanın tek yolu bir sonraki maçı düşünmek. Sadece Euroleague değil, çok sert ve yüksek seviyede takımlara sahip olan TBL için de geçerli. Ve bu kolay değil. Çoğu zaman Cuma günü Euroleague, hemen Pazar günü de lig maçı oynuyoruz. Bu oyuncular için çok stresli bir durum. Ancak günün sonunda benim inancıma göre başarmanın tek yolu maç maç ilerlemek; Avrupa'nın en iyi takımlarıyla oynayarak kalitemizi görmek ve nihayet herkesle oynayabileceğimizi anlamak.

Peki bu noktada Euroleague'in yeni 14 maçlı TOP 16 sistemi Avrupa basketbolunu nasıl etkiledi?

Bence bu harika. TOP 16'da daha çok maç olması, Euroleague'in en iyi takımlarına karşı daha fazla oynamak güzel bir şey. Takımlar çok daha fazla maç fırsatı buluyor. Basketbolu seven insanlar da en iyi takımların birbirleriyle oynadıkları maçları daha çok izleme imkanı buluyor.

Nemanja Bjelica'nın imzaladığı dönemi hatırlıyorum. Barcelona başta olmak üzere birçok takımın transfer listesindeydi ve o “Zeljko Obradoviç olduğu için buraya geldim” demişti. Geriye dönüp o iki sezona baktığımızda, Nemanja'nın takımınızda olmasından ve onun oyununun gelişiminden ne kadar mutlusunuz?

Çok mutluyum. Dürüst olmak gerekirse Nemanja'nın en iyi sezonunu geçirdiğine inanıyorum. Öncelikle çok şeyi değiştirip zamanını basketbola adamaya karar verdi. Şu anda inanıyorum ki hayatındaki birinci öncelik basketbol. Bunu da çok açık bir şekilde her maç sahada görüyorsunuz. Nemanja her maç potansiyelini sahaya yansıttı. Şimdi kuşkusuz Avrupa'nın en iyi oyuncularından biri.

İstatistiklerine baktığımızda, Nemanja Bjelica TOP 16'dan sonra en iyi ribaundculardan biri haline geldi. İlk turda böyle değildi. (İlk turda 5.7, TOP 16'da 10.1 ribaund ortalamaları var) Ne değişti? Özel bir konuşma mı yaptınız?

Nemanja'nın hücum ribaundlarına ve bazen de savunma ribaundlarına karşı özel bir hissiyatı var. Bunun üzerine konuşuyoruz, antrenmanlarda oyunun bu önemli kısmını geliştirmek için özel çalışmalarımız var ama yine de bu kişisel bir durum. Oyunu hissediyor. Sahip olduğu alanı iyi kullanıyor. Hücum ribaunduna girmek için iyi pozisyon alıyor. Bu sadece Nemanja için değil, tüm ribaundcu oyuncular için geçerli. Eskiden en iyi ribaundcu Mirsad (Türkcan)'dı. Mirsad dünyanın en uzun oyuncusu değildi. Ancak ribaund işi hissiyat ve savaşmakla ilgili. Maç boyunca büyük bir savaş vermek zorundasınız.

Mirsad'dan da bahsettiniz. Sizce dört numaralar ribaund almak için daha avantajlı mı oluyor?

Bence dört numara, uzun ya da kısa olmak çok önemli değil. Tabii ki doğal olarak uzun oyuncuların şansı daha fazla oluyor. Ancak hep söylüyorum; istek, zamanlama, iyi pozisyon alma... Her ribaund pozisyonunda bunlar önemlidir.

Final Four'daki rakiplerinize göz atarsak CSKA Moskova'da Miloş Teodosiç, Olimpiakos'ta Vassilis Spanoulis ve Real Madrid'de Sergio Rodriguez gibi geleneksel oyun kurucular dikkat çekiyor. Siz bu tip bir oyuncu olmadan Final Four'a kalmayı nasıl başardınız?

Öncelikle son maçlarda Ricky Hickman'dan yoksun olduğumuz için üzgünüm. Çok üzüldüm çünkü Hickman tam da en iyi basketbolunu oynuyordu. Bu önemli sakatlığı yaşadıktan sonra soyunma odasına gittim, eşi de bizimle birlikteydi. Onun için zor bir andı. Onun bir an önce geri gelmesini umuyorum. Bu tip durumlarda bazı çözümler üretmek zorundasınız. Bizde Nikos Zisis gibi çok tecrübeli bir oyuncu var. Takıma çok yardımcı oluyor. Birkaç ay önce gelmesine karşın sanki yıllardan beri burada. Kenan Sipahi gibi çok genç bir oyuncumuz var. Sezon boyunca bazı sakatlık sorunları yaşadı ancak takıma katkısı çok iyi. Berk Uğurlu da var, o da bazı sakatlık problemleri yaşadı ama iyi. Neyse, ben bu bölgede oyunu anlayan, Emir Preldziç ve Bogdan Bogdanoviç gibi çok kaliteli oyuncuları kullanmaya çalıştım. Sahada çözümü bu şekilde bulmaya çalıştık. Ancak antrenörün işi bu. Her zaman takım içinde problemi bir şekilde çözmeniz gerekir.

Sezon başından bu yana topu tek bir oyuncuya vermeyi tercih etmediniz. Takımı geleneksel tabirle 1-2-3-4-5 numara olarak değil de, yaratıcılar ve bitiriciler olarak ayırıyorsunuz. Pozisyonları karma haline getirdiniz.

Evet bu yolu tercih ettik ama her şey oyuncularımın bireysel kalitelerine bağlı. Eğer farklı pozisyonlarda oynayabilen oyuncularınız varsa bunu kullanmalısınız. Takımımızda savunma ve hücumda farklı şekillerde kullanabileceğimiz oyunculara sahibiz. Bu da antrenör olarak bana yardımcı oluyor. Ben bunun tüm antrenörlerin hayali olduğunu düşünüyorum. Tüm antrenörler savunmada beş oyuncuyla da adam değişmek ve hücumda herhangi bir oyuncudan rahatça faydalanmayı düşler. Bu rüyamız, fakat gerçekler farklı. Oyuncularınızın kalitesine göre bir oyun bulmak zorundasınız. Ben de ekibimle birlikte bizim basketbol tarzımızın da kadromuzun kalitesine en uygun basketbol olduğuna inanıyorum.

Sizin oyun sisteminizle eski dostunuz Gregg Popovich'in takımı, son NBA şampiyonu San Antonio Spurs'ün oyun tarzı arasında birçok benzerlik var. İki takım da sahaya iyi yerleşiyor, topu paylaşmayı ve pas oyununu öne çıkarıyor. Onunla basketbol hakkında konuşuyor musunuz?

Tabii ki konuşuyoruz. İstanbul'a geldiğinde de çok oturup fikir alış verisinde bulunduk. Öncelikle takımımın San Antonio ile karşılaştırılmasından gurur duyarım. Ancak biz daha onlardan uzaktayız. Birinci sebebi, onların çok uzun zamandır birlikte oynamaları. Bazı oyuncular 10 seneden uzun süredir Spurs'te. Biz daha ikinci yılımızı geçiriyoruz. Bu Avrupa basketbolunun en büyük problemi. Çünkü oyuncular uzun süre aynı takımda kalmıyorlar. Bu düzeni Fenerbahçe Ülker'de değiştirmek istiyorum. Göreceğiz, çünkü geleceği kulüpteki herkesle birlikte konuşmamız gerekiyor. Neler yaptık, gelecekte neler istiyoruz, bu kulüpten beklentilerimiz neler, bunu herkese anlatmamız gerek. Yani, Spurs ile aramızdaki birinci fark bu. Saha içi yerleşimi ve oyun tarzımız... Evet, bunu deniyoruz, bizim için yeni bir şey değil. Pop'la bunu konuşuyorum, onu tebrik ettim. Kusursuz ve benim çok sevdiğim bir basketbol oynuyorlar. Her oyuncu önemli ve topu iyi çeviriyorlar. Basketbolda hücumda topu çevirmek çok ama çok önemli. Ancak bu oyunun tek bir yönü. Spurs, geçiş oyunlarını çok iyi oynayan bir takım. Öncelikle her şey savunmada başlıyor. Aslında bunu konuşmak için çok saatlere ihtiyacımız var.

Sezon başından bu yana Jan Vesely'nin pozisyonunun değiştiğini görüyoruz. Biliyorum, siz pozisyonlara çok inanmazsınız ama, dört numaradan pivot pozisyonuna geçiş yaptı. Şimdilerde Nemanja Bjelica ile daha hareketli bir pivot gibi oynuyor. Euroleague'in en iyi pivotlarından biri haline geldi. Onun bu mevkii değişimi için neler söylersiniz?

Bak, biz Jan Vesely ile imzalamayı düşündüğümüzde onunla ilk kez konuştuk. Bana “hocam beni hangi pozisyonda kullanmayı düşünüyorsun?” diye sordu. Ben de ona “Sen nerede oynamak istiyorsun, onu söyle” dedim. Yani benim için bir sorun yok. Jan'ın atletizmi onun birkaç pozisyonda oynamasını sağlıyor. Basketbola aç olduğunu, oyunu sevdiğini, karakterini gösterdi. Bunlar Jan'ın iyi oyununu gösteren şeyler. Pozisyonu değiştirdim, evet dediğin gibi 1-2-3-4-5 diye pozisyonları konuşabiliriz ama saha ölçüleri ve alan hep aynı. Neticede nerede oynarsan oyna, yeteneğin varsa vücudunu ve yapabildiğin en iyi şeyleri kullanmaya çalışırsın.

Birçok maçta rakiplerin Jan Vesely'nin şutunu riske ederek onun adamından yardım getirdiğini gördük. Buna rağmen o maçlarda çok sayı attı. Bunu nasıl açıklarsınız?

Jan Vesely'nin basketbola karşı büyük bir arzusu var. Genç, atletik, bu sayede başarılı oluyor. Evet, dediğin doğru, birçok takım onun şutunu provoke ediyor. Ondan beklediğim tek şey, serbest atışlarını geliştirmesi. Ayrıca şutunu da çalışmalı. Dışarıdan da biraz şut sokmaya başlarsa çok önemli bir NBA oyuncusu olabilir. O da bunu biliyor. Vesely'le hep bunu konuşuyorum, gerçekten ondan çok memnunum. Ancak olması gereken de bu. Herkes daha iyi hale gelmek için neler yapması gerektiğini çok iyi bilmeli.

Fenerbahçe Ülker'in oyun tarzına bakınca takımdaki oyuncuların harika bir şut için iyi bir şuttan vazgeçtiğini görüyoruz. Oyuncularınız hücumda ve savunmada birbirlerine yardımcı olmayı çok seviyor. Bunun ne kadarı iletişimle alakalı?

Çok önemli bir parçası. Burada bencil oyunculara sahip olmadığım için mutluyum. Tamam, dürüst olmak gerekirse benim takımımda bencil oyuncu olmak çok zor, çünkü hiçbirine bunu söylemekten çekinmiyorum. Ben kim kullanırsa kullansın, iyi bir şut görmek istiyorum. Çünkü onlar buraya gelip çok çalışıyorlar ve sonuçta basketbolun amacı da topu çemberden geçirmek. İyi şut kullandıkları zaman oyuncularımla bir sorunum yok. Eğer takımda birisi bununla ilgili bir sorun yaşıyorsa, hemen kesmeye çalışırım. Bir-iki-üç sefer yeter. Sonra bir daha fırsat bulamaz. Oyuncularım bunu anlıyorlar. Bencil değiller, ekstra paslar için birbirlerine bakıyorlar. Basketbol budur. San Antonio'dan bahsediyoruz, işte onlar öyle oynuyor.

Üç sene önce Atina'daydık ve Final Four öncesi konuşuyorduk. Siz “ben bazen değil, her zaman sinirliyim” demiştiniz. Bu bağlamda oyuncularınızla ilişkilerinizi nasıl açıklarsınız?

Maç boyunca tek niyetim oyuncularıma yardım etmek. Sorun çok basit: Konsantrasyon. Maçtan önce bir planımız olur. Eğer maça başladıktan sonra –rakibe tüm saygımla- savunma ve hücumda yeteri kadar konsantre olmadığımız ve plana uymadığımız için hata yaptığımızı düşünüyorsam, bu beni sinirlendirir. Bu çok mantıklı. Ben onlara yardımcı olmaya çalışıyorum. Sonunda anladılar çünkü maçtan sonra yaptığımız video analizlerinde konuşuruz. Hazırlandığımız şey neydi? Maçta ne oldu? Bu çok basit ve net. Oyuncularım tüm niyetimin yardım etmek olduğunu biliyor. Onlara hep anlatmaya çalışırım, bu kişisel bir şey değil. Hiçbir zaman kişisel olamaz. Çünkü kişisel bir sorun olursa, takımdan kovulurlar. Oyuncuların benimle kişisel sorun yaşama ihtimali yok, ben onların antrenörüyüm, öğretmeniyim. Onlara yardım etmeye çalışıyorum. Bu çok önemli, kişisel olmadığını ve takım için kızdığımı anlamalılar. Çünkü antrenörlük, herkesi düşünmek zorunda olan bir pozisyon. Ancak onların hepsi kendilerini düşünüyor. Bu bir sır değil, oyuncular egoisttir. Ben bunu biliyorum ve onlara da söylüyorum. Günün sonunda, Maccabi'ye karşı son maçın ardından verdiğimiz fotoğraf, takımımla ilgili çok şeyi anlatır. Onlar bir arada. Yani onların sahip olduğu egoizm normaldir, fakat sahaya çıktıklarında bunu barındıramazlar. Ben de bu yüzden çok mutluyum.

Son maçtan ve iletişimden bahsettiniz. Ben Tel Aviv'deki son molaya gitmek istiyorum. Sizden önce Nikos konuştu ve Jeremy Pargo'nun savunmasıyla ilgili bir şeyler söyledi. Sonra siz “eğer Pargo Kenan'ı geçerse” dediniz. Ardından Kenan elinizdeki tahtaya bir hareket yaptı ve “beni geçemeyecek” dedi. Bu anla ilgili ne söylersiniz? Dışarıdan bakınca, Zeljko Obradoviç, 19 yaşındaki bir çocuğa en önemli anda en önemli savunma görevini veriyor, çocuk da molada hocasına konuşuyor. Bu nasıldı?

Daha önce de söyledim. Ben oyuncularıma güveniyorum. Biz rakip takımın ne gibi bir opsiyonu olabileceğini konuşuyoruz. Topu kim alır diye konuşuyoruz. Pargo topu alırsa ne yapar? Onun penetre etmeyi seven biri olduğunu görüyoruz, bu yüzden her şeye hazırlıklı olmalıyız. Faul yapmayalım dedik, faul yapmadık. Buydu. Kenan Sipahi, takımımdaki en iyi savunmacılardan biri. Bu sadece Maccabi maçı için geçerli değil, çok daha önce gördük. Bire bir oynayabilecek oyuncularımız var. Ancak basketbol neticede bu, bire bir savunmayı ne kadar iyi yapabilirsen o kadar iyi savunma takımısın. Hücumdaki her şeyin tersi yani. Hücumda rakibini geçebilecek bir yaratıcınız olur, ekstra oyuncuyu bulabilirsiniz. Çok basit, inan bana.

Evet ama ben iletişimden bahsediyorum. 19 yaşında bir çocuğun size gelip, o sınırlı zamanda o şekilde konuşması...

Hayır, hayır. O iyi yardım gelmeden iyi savunma yapacağından emindi. Ben bundan dolayı çok mutluyum. Nasılsa her işin sonunda kararı ben veriyorum. Fakat oyuncularımın benimle konuşmasını isterim. Maça hazırlanırken birçok kez oyuncularım bana gelip fikirlerini söyler, ben de onlara %100 katılırım. Bir antrenör olarak başınıza gelecek en iyi şey budur. Böylelikle oyuncularımın basketbolu yaşadığını, gerçekten umursadıklarını ve iyi fikirler ürettiklerini görürüm. Oyunu onlar oynayacak. Eğer bir şeyin iyi olduğunu düşünüyorlarsa, ben de onların tarafındayım.

Bunu duymak harika, çünkü dışarıdan herkes sizin çok sert bir koç olduğunu düşünüyor.

Bazı şeylerde çok sertim. Ancak bir felsefeniz varsa ve böyle olacağınıza karar verdiyseniz, sorun yok. Ancak yine aynı noktaya geliyoruz. Neden talimatları dinlemiyorlar? Hatanın basketbolun bir parçası olduğunun bilincindeyim. Fakat hata yaptıktan sonra geri koşup savunma yapmalısınız.

Bu sizin için başarılı bir sezondu ve kariyerinizde çok başarılı sezonlar geçirdiniz. Peki bir antrenör olarak şu üç noktanın önemini nasıl sıralarsınız? Başarının ne kadarı takım kurmak, ne kadarı maç öncesi hazırlık ve antrenman, ne kadarı maç içi antrenörlük? Yüzde verebilir misiniz?

Kadro kurmak, yaz döneminde Maurizio Gherardini ve Ömer Onan'la birlikte yaptığımız bir iş. Tabii ki ekibim ve her şeyden önemlisi kulübün sponsoru da her konuda aynı fikirde olmalı. Takım kurmak her zaman çok önemlidir. Dürüst olmak gerekirse biz gelecek sezon için geç kaldık. Bu benim fikrim. Ancak daha önce söylediğim gibi, buradaki insanlar ne yapmak istediklerine karar vermeli. Ben her şeyin iyi olacağını ve herkesin Fenerbahçe Ülker'in Avrupa'da çok saygı duyulan bir takım olmasını istediğini düşünüyorum. Bu işin bir kısmı. Diğer kısmı, hazırlıklara kaç kişiyle başladığınız. Bu sezon biraz farklıydı çünkü ilk yıla oranla çok daha fazla oyuncumuz vardı. Eğer hatırlarsanız herkes Milli Takım'daydı. Hatırlıyorum, etrafımda bir sürü çocuk vardı. Bir gün 17, bir gün 19 yaşında çocuklar geliyordu. Kafamı çok karıştırmıştı. Neyse, ben çocuklarla çalışmayı da çok seviyorum. Sezon başlayınca takviminize göre günlük bir işiniz oluyor. Sezon öncesinde hücum ve savunma felsefenizi belirlemeniz gerekir. Sezon boyunca küçük detayları değiştirirsiniz. Hemen hemen her sezon böyle geçer.

Peki sizce üçü içinde en önemlisi hangisi? Kadro kurmak mı? Maç hazırlığı mı? Maç içi antrenörlük mü?

Hepsi. Hepsi eşit. İnsanlar maçları izlerken yorum yapmayı severler. Bizde yapılan hataları görmek çok kolaydır. Ancak, senle ben basketbol oynayabiliriz. Ben eski bir basketbolcuyum. Şu anda basketbol oynama ihtimalim yok, kenardayım. Hatalardan ve güzel işlerden konuşmak çok kolay. İnsanların konuşma hakkı var. Ancak biz içeridekiler ne kadar çok çalıştığımızı biliyoruz. Ve tabii ki hazırlık da, maç içindeki kararlarınız da çok önemli. Sahada her zaman bazı şeyleri önceden fark edip takımınıza yardımcı olmak zorundasınız. Günün sonunda, bu antrenör olarak benim görevim.

Üç maçı hatırlatmak istiyorum. Galatasaray Liv Hospital'a karşı Emir Preldziç'in boş turnikesiyle kazanmıştınız. Barcelona deplasmanında Nemanja Bjelica'nın boş turnikesiyle kazandınız. Ve son olarak Maccabi maçında Andrew Goudelock'ın boş turnikesiyle kazandınız. Bu nasıl oluyor? Bu kadar önemli rakibe karşı bu kadar önemli üç maçı nasıl boş turnikelerle kazanbiliyorsunuz?

Oyuncuların kalitesi.

Yapma koç...

Evet, ciddiyim. Yapmak istediğin her şey onların kalitesine bağlı. Emir'den, Nemanja'dan ve Drew'dan bahsediyoruz. Basketboldan anlayan, daha da önemlisi savunmayı okuyabilen oyuncular. Çözümü buluyorlar. Bu kadar.

Yani antrenörle ilgisi yok bu işin?

Hayır, antrenörle hiç ilgisi yok.

Maccabi maçında normal sezonda kullanmadığınız birçok yeni set, yeni oyun gördüm. Bunun da mı koçla bir ilgisi yok?

Tabii ki... Deniyoruz. Her zaman farklı şeyler üretmek için çalışıyoruz. Eminim ki tüm antrenörler, tüm takımlar rakiplerini şaşırtmaya çalışıyor. Bu seviyede büyük sürprizler yapmak neredeyse imkansız. Biz sürekli deniyoruz. Mesela Real Madrid maçından önce de bazı sürprizler hazırlıyoruz. Tüm maçlardan önce ufak detaylar ekliyoruz. Belki de bir önceki maçta kullandığımız seti değiştiriyoruz. Ancak sporun güzelliği bu. Birçok ihtimal var. Fakat sonunda her şey oyunculara bağlı. Onlar nasıl tepki verecekler? Rakip savunmayı ya da hücumu nasıl okuyacaklar?

Son iki soru. Final Four'daki Real Madrid maçı için ne söylersiniz?

Son dört senedir birlikte oynayan bir takım Real. Aynı oyuncular, aynı felsefe ve aynı antrenörle birlikteler. Bireysel yetenekleri var. Herkes oyunu anlıyor, iyi basketbol oynuyorlar. Bir takım halinde oynuyorlar. Hücumda ve savunmada çok net yapıları var. Farklı taktikleri kullanabilecek ihtimalleri var. İki uzun oynayabiliyorlar, Reyes'i beşe çekebiliyorlar. Yaratıcı dış oyuncuları mükemmel şut atıyor. Açık alanda oynayabiliyorlar, yarı saha hücumu yapabiliyorlar. Savunmayı değiştirebiliyorlar, çeşitli savunmaları var. Kulüp sekiz şampiyonlukla şu ana kadar Avrupa'nın en büyük kulübü. Kendi taraftarı önünde, kendi salonlarında oynayacaklar. Bunların hepsi önemli ama oyuncularıma anlatmak istediğim şey, bizim de kazanma ihtimalimiz olduğu. Oraya büyük bir motivasyonla çıkmalıyız ve Final Four'da olmanın keyfini çıkarmalıyız. Çünkü bizde birçok kişi için ilk kez oluyor.

Peki sizce baskı Real Madrid'in üzerinde mi olacak?

Hayır, baskı diye bir şey olduğuna inanmıyorum. Baskı, herkes içindir. Tüm insanların üzerinde bir çeşit baskı vardır. Son günlerde hep bunu anlatmaya çalışıyorum. Eğer sevdiğiniz işi yapıyorsanız, bu baskı değil, özeldir. Eğer sevmediğiniz bir işi yapıyorsanız o baskıdır. Baskı bu olmalı. Yani biz oraya gideceğiz, hakem topu ortaya koyacak, beşe beş olacağız. Yani her gün yaptığımız şeyi yapacağız. En basitinden basketbol maçı yapacağız. Değişen bir şey olmayacak.

CSKA'yı Moskova'da, Olimpiakos'u Pire'de, Barcelona'yı Barcelona'da ve Maccabi'yi Tel Aviv'de yendiniz. Real'i Madrid'de yenebilir misiniz?

Bu harika olur. Real'i Madrid'de yenersek dünyadaki herkesten daha mutlu bir insan olurum.

Sayfa Yükleniyor...