Kaan Kural'la potanın seyir defteri

Geçen hafta basketbol dünyasında ne oldu, ne bitti? 5 adımda hızlı özet...

NTV Spor 19.11.2008 - 13:46
Kaan Kural'la potanın seyir defteri

1.En büyük Lakers.
Los Angeles Lakers tarihindeki 15. şampiyonluğa ulaştı. Belki halen rakamsal olarak Boston Celtics'in gerisindeler ancak Pazar gecesi aradaki farkı ikiye indirmemiş olsalar bile bir gerçek değişmeyecekti: NBA tarihinin en başarılı takımı kesinlikle Los Angeles Lakers.

63 sezondur oynanıyor NBA. Ve bu 63 sezonda tam 30 kez finale çıktı mor-altın rengi formalı oyuncular. Bu bile her şeyden önce dengeyi ön plana çıkaran, başarısızların desteklendiği bir ligde mucize kabilinden bir oran. Ancak asıl başarı kriterlerini belirlemek için daha modern tarihe bakmak en iyisi herhalde.

1980 öncesi NBA biraz karanlık çağları yaşıyordu. 70'ler uyuşturucu ve ilgisizliğin pençesinde dağınık, 50 ve 60'lar ise zaten çok az sayıda takım arasında sadece ciddi yatırım yapanların egemen olduğu bir ortamdı. Daha sağlıklı organizasyon, daha fazla takım ve daha fazla rekabet 1980 sezonunda Larry Bird ve Magic Johnson'ın lige adım atmasıyla geldi. Son 30 sezonda Lakers tam 15 kez final oynadı. 9 kez şampiyon oldu. Böyle bir oran NBA'in dengeleri göz önüne alındığında mantık sınırlarını zorluyor. Elbette takımın Hollywood'la bağlantılarının, çekici bir şehirde yer almasının, çok para kazandığı için finansal nedenlerle kadrodan ödün vermemesinin desteği var. Ancak bunlar tamamen yan faktörler. İyi yönetilen, kurallar dengede olsa da doğru hamlelerle zirvede kalabilen takım büyük kalıyor. Yoksa Knicks ve Bulls da büyük şehirlerin büyük takımları. Jordan dışında Bulls ne yaptı? Knicks'den bahsetmiyorum bile. Veya Celtics. 1990-2008 arasında neredeydi?

Takımın 15. şampiyonluğu uzun başarı zincirinin bir halkası ancak iki ismin kariyerinde çok önemli bir mihenk taşı olacak kesinlikle. Kobe Bryant belki de o gösterişli kariyerindeki tek eksiği tamamladı. Evet daha önce 3 kez yüzük kazanmıştı ama o takımların lideri ve en önemli oyuncusu Shaquille O'Neal'dı. Kobe bu defa kendi liderliğindeki bir takımı şampiyonluğa taşıdı ve ilk defa final serisinin MVP'si oldu.

Esas tarihi başarı, tekrarlanması pek kolay görünmeyen rekor ise Phil Jackson'a ait. 10. kez şampiyon oluyor Jackson. Red Auerbach'la paylaştığı rekoru tek başına eline geçirdi. Hem de Auerbach gibi 60'larda değil modern zamanda yaptı bunu.

Jackson'la ilgili en büyük eleştiri hep “Jordan, Shaq, Kobe ile şampiyon olmak kolay” şeklinde gelmiştir. Ancak biraz daha geniş bakmaya ne dersiniz? Öncelikle Jordan, Shaq ve Kobe'nin en iyi oyunlarını Jackson yönetiminde gösterdiğini belirtmek gerek. Oyuncularına serbestlik veren bir basketbol sistemine sahip Jackson. Üçgen Hücum oyuncuların kendilerini geliştirmesi, oyunu yorumlaması üzerine dayalı. Bu üç yıldızın da Jackson'la büyüdüğünü gördük. Diyelim ki onlar en zirvedeki yaşlarındaydı ve kim koç olsa yükseleceklerdi. Tamam kabul edelim. Peki ya diğerleri? Jackson'la çalışan oyuncuların en verimli dönemlerini yaşadıklarını kim inkar edebilir?  Scottie Pippen, Ron Harper, Dennis Rodman, Steve Kerr, Luc Longley, Horace Grant, Brian Shaw, Devean George, Derek Fisher, Lamar Odom vs vs. Bu liste böyle gider daha? Jackson'ın oyuncularından kaçı en verimli dönemini onunla geçirdi? Elbette 10 şampiyonluk bu süper yıldızlar olmadan gelemezdi. Peki bu süper yıldızlar Jackson olmasa kaç şampiyonluk kazanırdı?

2.Lanetli Orlando.
Geçen hafta bu sayfalarda 7 Haziran 1995'de oynanan lanetli maçtan ve Nick Anderson' bahsetmiştik. Ne bilebilirdik ki Magic aynı lanetin belki de daha büyüğünü bir kez daha yaşayacak?

4. maçın sonu. Orlando 3 sayı önde. Dwight Howard faul çizgisinde iki atışı da kaçırıyor. Fisher'ın üçlüğü, uzatma ve seri 3-1… Anderson 4 tane kaçırmıştı gerçi ama bu defa yenilginin daha büyük bir hatalar zinciri ile hediye edildiğini söylemek gerek.

Öncelikle 1995'de NBA genelinde 3 sayı geride olan takımlar asla faul yapmıyordu. Bu genelgeçer bir kuraldı adeta. Ancak artık öyle değil. Bu tip pozisyonlarda taktik faul yapıp maçı bir serbest atış yarışına çevirmenin daha doğru olduğu büyük oranda kabul ediliyor. Bu en büyük hata. Ancak bu da bir tercihtir. Stan Van Gundy'nin asıl büyük hatası faul yapmamayı tercih ettikten sonra son hücumdan önceki molada oyuncularını asla ve asla üç sayının gerisine gitmemeleri için net bir şekilde uyarmaması oldu. Jameer Nelson oyuncu içgüdüsüyle iki adım geri atıp o şutu Fisher'a vermemeli, üç sayının yarım adım önünde durmalıydı. Yapmadı. Kendi hatası var elbette. Ancak onu kesin uyarması gereken sorumlu koç. Pek çok doğru ve önemli iş yaptı Van Gundy ancak orada serinin kaderi, Orlando'nun laneti çizilirken tecrübe eksikliğinin kurbanı oldu.

3.Snyder gerçekten
Kirk Snyder'ı hatırlıyor musunuz? Hani şu 2004-2008 yılları arasında 5 NBA takımı dolaşan, bir sezonunu da Mehmet Okur'la Utah'da takım arkadaşı olarak geçiren, biraz gergin, anlaşılması güç, saha içinde zor, dışında ise takım arkadaşlarının tabiriyle ‘anlaşılması zor biri' olan Snyder'ı.

İşte o Snyder tutuklandı. Hayır kanunla başının belaya girmesi değil asıl hikaye. Nasıl girdiği daha büyük mesele. Snyder evinin 100 metre ilerisindeki bir komşusunun evine camı kırarak girdikten sonra içerideki kadının bağırması üzerine onu iterek büyük bir hızla üst kata fırlayıp uyumakta olan kocasını uzun süre dövmüş. Olay yerine gelen polis birkaç dakika sonra evinde yakalamış Snyder'ı. Pek normal bir durum değil mi? Kesinlikle.

Bu garip suçun nedenleri ise Snyder tutuklandıktan sonra ortaya çıktı. Hapishanede hiçbir şey yemeyi reddeden Snyder'ın yapılan psikolojik incelemesinde ‘akli durumu yetersiz' olduğu için bir hastaneye sevkedilmesine ve yargılanamayacağına karar verildi.

4.Galiptir bu yolda mağlup
İtalya Ligi final serisinde önceki gün nihayet beklenen oldu. Yok Montepaschi Siena maç kaybetmedi gerçi ama ilk iki maçı farklı kaybeden Armani Jeans Milano, kendi evindeki 3. maçta 1 sayıyla kaybetti Siena'ya. 1 sayıyla yenilmek acı elbette ama konu Siena olunca dışarıdan bakanlar için “Helal olsun Milano'ya” dedirtecek türden bir başarı. İspanya'da ise Vitoria'da oynanan ilk iki maç sonunda Tau Ceramica ve Barcelona arasında 1-1 eşitlik bulunuyor.

5.F.Bahçe kendini yaktı.
Geçen hafta final serisini 2-1 bırakmış ve sormuştuk: “Kırılma noktası olur mu?” diye. Oldu. 4. maçı çok iyi bir oyunla kazanan Efes seriyi 2-2'ye getirdi ve geldik 5. maça.

Malum maçın sonunda olanlar her şeyin önüne geçti. Halbuki bu maçta iki takım da seri içindeki ince ayarlarını tamamlamış daha rakibe karşı hazır oynamıştı. 4. maçla birlikte Efes hücumun verimsiz ismi Charles Smith'i artık daha etkin olabildiği önemli bir savunma görevinde rakip oyun kurucuları tutuyor, Efes uzunlarda eşleşmeyi kazanamayacağını bildiği için ters oyuncuları sahaya sürüp (F.Bahçe kalın uzunlarını oynattığı zaman çabukları, çabuk olanları aldığı zaman Kasun'u) “Ben de size başka dertler açarım” demişti.

5. maçta F.Bahçe'den nihayet karşı hamle geldi. Oyunu en çok değiştiren isim Ömer Aşık'ın dakikaları arttı. Ömer Onan son çeyrekte sahadaydı. Hatta en büyük sorun top kayıpları bile kontrol altına alınmıştı.

Her şey iyi güzeldi. Son 13 saniyeye kadar…
Tam bir ‘Kusursuz fırtına' durumu yaşandı. FIBA'nın en çok tartışılan kararı ile Türkiye'nin en ‘babasını bile tanımayan', gördüğünden bildiğinden asla ödün vermeyen, en tavizsiz hakemi Fatih Söylemezoğlu bir araya gelince maçın kaderini oyuncular, teknik ve taktik ögeler değil hakemler ve kurallar belirledi. Yazık…

Kural açık aslında. Top oyuna sokulmadan yapılan savunma faullerinin cezası iki serbest atış ve topa yeniden sahip olmayı getiriyor. Ancak maç sonlarında taktik faul yapan takımların rakibin en kötü faul atan oyuncusuna süre başlamadan faul yapmasını önlemek amacıyla konulan bu karar amacının çok dışında işliyor. Kuralın ruhu, taktik faulü belli oyunculara yapmayı önlemek. Ancak top oyuna girmeden yapılan faullerde bir ayrım yapamıyor kural. Bu nedenledir ki kural koyucu değil ama uygulayıcı olan hakemler bu cezayı vermemek adına topun oyuna sokulmasını bekleyip düdükleri çalıyor, iki atışın yanına top hakimiyetinin de eklenmesini önlemeye çalışıyorlar.

Pazar akşamına gidelim. Durum 68-68. Efes Pilsen topu oyuna sokuyor. Ömer Onan çok yakın savunma yaptığı Charles Smith'i belinden tutuyor. Faul var evet ama genelde pek cezalandırılmayan oyunun bir parçası kabul edilen tür bir temas. Tam bu noktada ‘kusursuz fırtına'ya yakalandık işte. Fatih Söylemezoğlu bire bir kural kitabı uygulayıcısı olduğu için, asla kurallardan ödün vermediği için çaldı düdüğü. Bu sırada Shumpert de topu oyuna sokamayınca tartışmalı kural devreye girdi. İki atış ve kenar olmak zorunda. Büyük oranda sonucun belirlenmesi demek bu.

Ancak sonrası biraz daha karışık. Aslında her şey kural bilmemekten kaynaklanıyor. Faul olup olmadığını tartışabilirsiniz. Ancak eğer pozisyonu gözünüzün önüne getirirseniz, Fatih Söylemezoğlu ilk düdüğü çaldığında fazla tepki yok. Zaten faul olduğunu da biliyorlar. Ancak ne zaman ki Söylemezoğlu masaya gidip ‘iki atış artı kenar' işareti yapıyor, bir anda önce şaşkınlık sonra ise büyük bir öfke hakim oluyor F.Bahçe Ülker cephesine. Hakemin Ömer'in hareketine sportmenlikdışı faul çaldığını, cezanın kuraldan değil hareketten ileri geldiğini zannediyorlar. Faulün verilip verilmemesi ayrı bir tartışma konusu ama sonucu tamamen kurala bağlı bir uygulama.

Sonra gelen tepkileri ateşleyen işte bu bilgi eksikliği. Hoş aynı F.Bahçe Ülker Avrupa Ligi ilk turunun son maçında yine kural bilmediği için Lottomatica Roma'ya karşı 9 sayı galip gelmesi gerekirken 14 sayıyla kazanması gerektiğini zannederek sahaya çıkmıştı hatırlarsanız.

Sonrası ise tamamen çirkin bir tablo. Başrollerde ise Mirsad ve Rasim Başak var. Ağıza alınmayacak galiz küfürler. Tribünleri takım arkadaşlarını hatta kendi yöneticilerini bile galeyana getiren dev bir öfke. Rasim Başak'ın genç bayan masa hakemlerinin üzerine yürüyüp masayı tekmeleyip ortalığı dağıtmasının ise kabul edilebilir hiçbir tarafı yok.

Elbette o tekmelenen masada oturan gözlemci Emir Turam hepsini raporuna yazdı. Şimdi F.Bahçe Ülker kendisine gelecek cezayı bekliyor.

Ancak bir geri dönüp düşünün. Eğer kuralı bilseydi F.Bahçe Ülker cephesi. Tepki böyle olur muydu? Yanlış olduğuna inansalar bile böyle tepki gösterirler miydi? Bitmemiş bir seride kalan maçlar için kendilerini cezalarla daha zor durumda bırakırlar mıydı? Veya o 13 saniyeye gidelim. Bu kadar çıldırmasalar o maçı halen kazanma şansları vardı.  Ama bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunca, öfkeyle kalkan zararla oturuyor.

Sayfa Yükleniyor...