Futbolun tehlikeli suları

Bu yazı yazılırken, Trabzonspor-Fenerbahçe maçının hakemi Bülent Yıldırım yardımcılarıyla birlikte soyunma odasının yolunu tutmuştu...

NTV Spor 10 Mar 2014
Futbolun tehlikeli suları

Bu yazı yazılırken, Trabzonspor-Fenerbahçe maçının hakemi Bülent Yıldırım yardımcılarıyla birlikte soyunma odasının yolunu tutmuştu. Bir futbol yazısı yazmak için, artık bu dakikadan sonra beklemenin manası yok. Bülent Yıldırım geri döner mi, maç kaldığı yerden devam eder mi, yoksa maçın tatiline mi karar verilir, bunların herhangi bir önemi kalmadı.

Trabzonspor-Fenerbahçe maçında yaşananlar, aslına bakarsanız küçük bir Türkiye fotoğrafı gibiydi. Hukukun bu kadar “siyasileştiği” koşullarda, tıpkı son dönemde sokaklarda da tanık olduğumuz gibi, herkes kendi adaletini kendisi uygulama derdinde...

İlginç olan şu ki, Trabzon'da yaşananlar kimse için sürpriz olmadı (hatta, tribünlerde birikmiş öfke ve nefretin daha vahim sonuçlara yol açmadığı için dua etmeliyiz). Sürpriz olmadı; çünkü perşembenin gelişi, değil çarşambadan, daha pazardan, pazartesiden belliydi. Türk futbol tarihinin en basiretsiz Federasyon yönetiminin 3 Temmuz 2011'de başlayan süreci birbiri ardına verdiği tutarsız ve sözüm ona günü kurtarmaya dönük kararları ile futbol ortamını sadece içinden çıkılması zor bir kaosa sokmakla kalmadığı, dahası tehlikeli sulara sürüklediği tescil edilmiş oldu.

Mesele elbette Futbol Federasyonu'yla sınırlı değil. Bir de kulüp yönetimleri, başkanlar var. Yönettikleri kulüplerin taraftar topluluklarını arkalarına dizilmiş ordular olarak görenler... Oturdukları koltukları muhafaza etmenin en kolay yolunu, taraftarı ajite etmekte, özellikle yaratılmış düşmanlıklar etrafında birleştirmekte görenler... Tribünlerde sergilenen saldırganlığın gerisinde bu tavırların olmadığını kimse söyleyemez.

Trabzon'da yaşananlar ders olsun, bir daha yaşanmasın falan gibi iyiniyetli çağrıların, maalesef bir karşılığı olmadığını biliyoruz. Umalım ki, daha kötü olayların tetikleyicisi olmasın.

Şimdi karşı karşıya olduğumuz soru şu: Giderek “kan davası”na dönüşen düşmanlıkların üstesinden nasıl gelinecek? Son iki yılda dozajı giderek artan cezai uygulamaların ciddi bir karşılığı olmadığını sanırım gördük. Yeri gelmişken altını çizelim; Federasyon canını sıkan tezahüratta saha kapatırken, Burak Yılmaz'ın neredeyse gözünü çıkaracak kadar abartılı bir saldırganlığı cezasız bırakabiliyor. Demek istediğim; söz konusu cezaların da nasıl uygulandığı ayrı bir tartışma konusu!

Biz dönelim asıl meseleye... Konuya Trabzonspor ve Fenerbahçe kulüpleri özelinde bakacak olursak; öncelikle adım atması gerekenler kulüp başkanları İbrahim Hacıosmanoğlu ve Aziz Yıldırım'dır.

İki başkan, gerekirse yanlarına kulüplerin sembol isimlerini ve bazı futbolcuları da alarak ortak bir açıklama yapmak zorundalar. Başta taraftarlar olmak üzere her iki camiayı aradaki düşmanlığı sona erdirmeye dönük ortak bir çağrı olmalı bu. Bunu yapmak çok mu zor? Değil. Sadece egolarının üstesinden gelmeleri yeter. Böyle bir çağrının bütün sorunları bir anda çözeceğini düşünmek elbette saflık olur ama en azından sürmekte olan yangını bir ölçüde de olsa söndürür. Aksi takdirde, her iki isim de bundan sonra yaşanacakların vebalinden kurtulamazlar.