Ah Direkler

Fenerbahçe’nin karşısına çıkana kadar yenilmezlik serileri, evinde galibiyet serilerine sahip olan, internette çarşaf çarşaf methiye videoları bulunan takımlar Fenerbahçe karşısında çarşafa dolandıkça her nedense yeterlilikleri sorgulanır hale geliyordu. Neden bu kadar saygı duyuyorlardı, neden “bilinen” (Bilindikleri de yalan, tek tük birkaç istisnası dışında kimsenin bunların maçlarını analiz ettiği filan yok. Bilmeyen de "bilmiyorum" demiyor işin acısı) futbollarını oynayamıyorlardı.

NTV Spor 26 Nis 2013
Ah Direkler
“Marsilya maçı öyle bittiğinde, ben de taraftar olsam o oyuncu değişikliklerine kızardım” diyordu Aykut Kocaman, kendisine bir türlü kredi sağlamayan tribünlere empati yaparak. Fransa Ligi'nin güçlü takımı, Deloitte Para Ligi'nin üyelerinden Marsilya'yı son uzatmalarda kendi kalesine attığı golle elinden kaçırmıştı Fenerbahçe.
 
Borussia Mönchengladbach, AEL Limassol zaten köy takımıydı. BATE en önemli oyuncusunu satmıştı ara transferde, varsın bu hafta Barcelona'ya yaptıklarını edepli bir şekilde tarif edemediğimiz Bayern'i yenmiş olsun. Plzen Napoli'yi, Napoli Avrupa'yı önemsemediği için eleyebilmiş bir diğer köy takımıydı. Evinde yenilmiyordu ama olsun. Lazio zaten son senelerin en kötü Lazio'suydu. Avrupa Ligi'nde namağluptu ama olsun.
 
Fenerbahçe'nin karşısına çıkana kadar yenilmezlik serileri, evinde galibiyet serilerine sahip olan, internette çarşaf çarşaf methiye videoları bulunan takımlar Fenerbahçe karşısında çarşafa dolandıkça her nedense yeterlilikleri sorgulanır hale geliyordu. Neden bu kadar saygı duyuyorlardı, neden “bilinen” (Bilindikleri de yalan, tek tük birkaç istisnası dışında kimsenin bunların maçlarını analiz ettiği filan yok. Bilmeyen de "bilmiyorum" demiyor işin acısı) futbollarını oynayamıyorlardı.
 
Son dörtteki rakip Benfica'ydı. 40 maça yakın resmi maç yenilmezlik serisine sahip ekip Fenerbahçe'nin bu tura kadarki rakipleri içinde en dişlisi ve belki korkutucusuydu. Şampiyonlar Ligi'nden Avrupa Ligi'ne devrilen Portekizliler, oyuncu değişikliği dahi yapmadan formasyon değiştirebilen, bu tura kadarki rakiplere göre en önemli farkı hücum etkinliği ve esnekliği olan takımdı. Oynadığı maçlarda tempoyu kendisi belirleyen bir takımdı, rakibi Fenerbahçe gibi. Peki bu eşleşmede kime kalacaktı bu iş?
 
Maçın hikayesine geleyim; Salvio, Aimar, Cardozo gibi isimleri ilk onbirinde sahaya sürdüler. Aimar sırıtan isimdi. Beni Fenerbahçe adına endişelendiren geri dörtlüsüyle orta ikilisi arasındaki bağlantısı kesilirse topu tutmakta ve oyun kurmakta zorlanılması olasılığıydı. Nitekim maçın ilk dakikalarında Volkan'a kadar geri püskürtülen toplarda Egemen ve Yobo'yu yakın alan ileri uç adamları Volkan'ı sürekli uzun oynamak zorunda bıraktılar. Webo ve Kuyt'ün indirip tutabildiği kadar topa sahip olabildi Fenerbahçe.
 
20 dakika kadar sürdü bu. Fenerbahçe uzunca zamandır acısını çektiği kalitesiz paslaşma sorunu nedeniyle topa sahip olmaya başlamasını etkili hücuma dönüştüremedi. Özellikle Topal'ın çaldığı topları oyuna sokmaktaki sıkıntısı organize hücumları yapılamaz kılıyordu. Buna rağmen Sow'un kafası maçın ilk direği olduğunda oyunun dengesinin değiştiği görülebiliyordu. Benfica son üçte birde pas trafiğini net şut imkanına çeviremedi. Geride her iki takım da takım boyunu kısaltmaya çalıştığından kimi pozisyonlar kör dövüşüne dönüştü, net tehlikeye dönüşmedi.
 
Derken yine Migros önünde sağ taraftan gelişen bir atakta penaltı geldi. Cristian topun başına geçtiğinde skorborda göre devre bitmişti. Penaltı kaçırmak için bunun ideal bir dakika olabileceği kimsenin aklına gelmiyordu büyük olasılık. Cristian bu kez sağ direğe nişanladığında iki takım da soyunma odası yolunu tuttu. Fenerbahçeli oyuncuların tamamı teselli peşindeydi. Bu penaltı daha erken kaçsa, zaten mimli Cristian'ın başı tribünlerle derde girebilirdi. İkinci yarının hemen başında kaçsa, kalan kesintisiz 45 dakika yine aynı etkiyi gösterebilirdi. Öyle olmadı. Takım soyunma odasında kendine gelmeye çalışırken aynı süreç tribünlerde de sahada kimse yokken yaşandı ve bitti.
 
İkinci yarı başladığında kalenin sol direğindeydi sıra, bu kez kurban Kuyt'tü. Fenerbahçe rakibinin kondisyonunu giderek tüketiyordu. İkinci yarının başında oyuna Aimar'ın yerine giren, esas cambaz Gaitan da etkili hücum edebilmelerini sağlayamayacaktı. Kontraatak futbolu Fenerbahçe'nin becerebildiği bir şey değildi ancak Benfica da bu konuda etkili olamadı. Direği vurma sırası Egemen'e geldiğinde ilahlar artık insaf ediyordu ve top bu kez kalenin içine düşmeyi başarıyordu. Avrupa Ligi'nde namağlup takım kalmadığı anlamına gelecekti bu gol, Benfica'nın toplam yenilmezlik serisini de sona erdirirken.
 
Aykut Kocaman'ın Benfica'ya çok iyi çalıştığı, takımına ezberlettiği haberleri maçtan önce medyaya yansıdığında her zamanki klişelerden biri olarak yorumlanmıştı muhtemelen. İlk 90 dakika gösterdi ki durum bir klişe olmanın çok ötesinde, büyük bir gerçeklikti. Benfica en korkulan özelliği olan hücum gücünü kademeli ve yardımlaşmalı savunma içinde kaybetti ve tükendi. İlk yarı Gökhan Gönül'ü ciddi zorlayan ama penaltıyı da yapan Ola John oyundan çıktığında ayakta duracak hali yoktu örneğin. Maçın sonlarına doğru geride açık alanlar bırakan, pas hatalarıyla risk de alan Fenerbahçe Benfica'nın bu tükenmişliği nedeniyle aldığı riskten dolayı cezalandırılamadı bile yine bu nedenle.
 
Velhasıl, Fenerbahçeli oyuncular, dersini çok iyi çalışmış Aykut Kocaman'ın talimatlarını çok iyi anlamış ve uygulamış gözüktüler. Fenerbahçe'nin karşısına çıkan kim varsa, kendi oyun planını kaybediyor ve oyunlar olması gerektiği kadarında hep Fenerbahçe'nin istediği gibi oynanıyor. Bunları bugüne kadar oynadığı hemen her maçta rakibe “kal gelmesi” ile açıklamayı artık tamamen rafa kaldırmak gerekiyor.
 
Gerçek şu, Fenerbahçe rakiplerine “Maç benim dediğim gibi oynanacak, elbet maç içinde topun hakimiyetini sana kaptıracağım dönemler olacak ama bunun tabelaya olumsuz yansımasına izin vermeyeceğim” diyor ve bunu uyguluyor. Rakiplerine ezberini unutturuyor. Düz ve yaratıcılık sıkıntısı yaşaması beklenen oyuncularına rağmen yüksek disiplin ve yüksek fiziksel dirençle sünger gibi emiyor rakiplerinin enerjisini ve şevkini.
 
Üç topun direkten döndüğü bir maçın sonunda yarı final ilk maçını 1-0 kazanmış olmanın taraftarlara verdiği hazzın yarım kalacağını maçtan önce birisi söyleseydi burun kıvırırdık. Şimdi Lizbon'a 1-0'la gidiliyor olması neredeyse kimseye yetmiyor. Oradan final biletiyle dönüleceğinden endişe yaratmanın da ötesinde, oynanan muazzam oyunun karşılığının bu kadar düşük bir skorda kalmış olmasının yarattığı bir ukde bu.
 
Lizbon'a giderken 1-0'ın yeteceğini normalde düşünmeyebilirsiniz. Fenerbahçe'nin deplasman performansı en büyük dayanak. Final 90 dakika uzakta. Bu turların bestesi Ah Geceler şarkısından. Dün gecenin özeti ise ah direkler…