90'lardaki NBA sever çocuk

NBA başlıyorken bir 90'lar kısa filmi izlemeden olmaz... NBA'in zirve zamanları yani... Maç izleyebilmek için yatmadan saatlerin 03:00 civarına kurulduğu zamanlar

NTV Spor 27 Eki 2015
90'lardaki NBA sever çocuk

'Eskiden her şey çok daha güzeldi' ya da 'Nerede o eski bayramlar' tadında bir yazı yazmak niyetinde değilim.

Hangi yazıyı yazmayacağımı söyleyerek yazıya girmek de çok uygulanan bir yöntem değil onun da farkındayım.

Ancak hazır NBA başlıyorken bir 90'lar kısa filmi izlemeden olmaz... NBA'in zirve zamanları yani...

Maç izleyebilmek için yatmadan saatlerin 03:00 civarına kurulduğu zamanlar...
 
NBA'e olan aşkı anlatabilmek için o zamanlara bir yolculuk yapmamız gerekir... (Bu noktada görüntü buğulanır ve ekran siyaha düşer. Bir sonraki sahne kameranın gökyüzünde dolunay olan bir geceden, sessiz ve sakin bir sokaktaki çok katlı olmayan bir evin ara katına kameranın dolması ile devam eder...)

Alarmı istediğiniz tatta şarkıları seçerek ayarlayamadığınız zamanlardı. Yani alarmlar akıllı telefonlardan değil, kolda takılı olan ya da başucunda duran saatler üzerinden ayarlanıyordu. Hem de o saatlerde en fazla 1-2 çeşit alarm sesi vardı. (o bile lükstü)

Ortalama bir evdeki en akıllı telefon, kordonunun uzunluğu kadar karizma katmaktaydı kullanıcısına. Üstelik tüm gücü tuşları ve ahizesi olmasına karşın kimse zekasından şüphe etmiyordu telefonunun.
 
Zaten ailenin parçası olmuştu o telefon. Evin bir bireyiydi. Olduğu gibi seviliyordu. Eskidi diye kimse ağzını burnunu yamultarak bakmıyordu evin telefonuna...
 
Evin çocuğunu aradığı zaman bir arkadaşı, öyle direkt ulaşamaz, önce bir aile bireyine 'İyi akşamlar' der hal hatır sorardı. Ancak bu güzel iletişim faslından sonra geçerdi arkadaşlar sohbet kısmına... Tabii o durum da telefon okuldaki gelişmeleri tartışmak, haftasonu için plan yapmak gibi olgular için yeterince uygun bir noktadaysa yaşanabilirdi.

O telefon samimiydi; içtendi, kimse zekasını tartışmayı aklının ucuna bile getirmeden seviyordu o'nu... Üstelik elektrik ihtiyacı da yoktu; akıllıyım diyenin aklına şaşıyordu yani, eski topraktı.

Çok katlı olmayan apartmanın ara katta yer alan dairesinde de böyle bir telefonu vardı. Ve o telefonu arkadaşları ile konuşmak için pek çok kez kullanan evin çocuğu tam bir NBA aşığıydı.

İnternet henüz bu kadar hayatın bir parçası değildi. Hatta, internete girmek için telefonun kablosunun çekilmesi gerektiği zamanlara bile henüz bir süre daha vardı. (Telefon bu durum başladığında işini internet ile paylaşmaktan hiç sıkıntı duymayacaktı. Sadece anne ya da babayı iş için birileri ararsa diye endişelenecekti içten içe. Telefon ailenin bir bireyiydi)

Bu sebeple her NBA haberi şimdikinden belki 100 kat değerliydi. NBA aşığı çocuk gazetelerde nadir bulunan NBA haber küpülerini keser; o zamanlar haftalık yayınlanan basketbol gazetesinin NBA sayfasını nefesini tutarak beklerdi. Boş zamanlarında soluğu elinde bir basketbol topu en yakındaki potalarda aldığını söylemeye de gerek yok tabii...

Dergiler... Dergiler çok okunuyordu o zamanlarda...

Dedim ya internet henüz ele geçirmemişti her yeri. Terminatör, Skynet'i anlatarak insanları uyaralı çok olmuştu ama o tehlikeli gidişat mesajına rağmen kimse dinlememişti...

Çok katlı olmayan apartmanın ara katındaki dairede oturan çocuk, spor dergileri toplardı. Onun için bir tutkuydu bu. NBA yazıları, onu büyülerdi.

Fast-Break dönemin en önemli sportif ikonlarından biriydi. Enine boyuna bir dergi sadece NBA üzerine üstelik enfes bir içerikle... Düşünsenize... Hele bir de Ekim ayı olduğunda, yani NBA'de sezon başlayacağı zamanlar takımlar tek tek tanıtılırdı. O sayıların yerini hiçbir film ya da kitap tutamazdı...

Indiana Pacers sayfası mesela: 'Reggie Miller'ın dünyasına hoşgeldiniz' diye başlanmıştı cümleye bir kadro tanıtım yazısında. Hafıza müzesinin baş köşesine nakış gibi işlendi bu cümle. Bazı yerler bazı kişilere aitti. Philadelphia; kim gelirse gelsin hep Allen Iverson'ın şehri kalacaktı ya, onun gibi işte... (Iverson'ın ve tabii Rocky Balboa'nın diyelim ama o ayrı bir yazı gerektirir) Chicago hep Michael'ın, Utah hep Malone - Stockton A.Ş.'nin... Seattle birkaç yıl sonra NBA tarihi sahnesine veda edecek ama Payton - Kemp ikilisi şehrin her sokağında yaşamayı sürdürecekti...

Ve en önemli şey maç yayınları... Öyle NBA TV falan uzak bir düşünce bile değildi. Gerçek dışıydı... Hele 'League Pass' dediğimiz, internetten her maçı izlemeye izin veren resmi uygulama o gün için sihirli bir hayalden öteye gidemezdi. Haftada bir maç, bir de Michael Jordan zamanı Bulls - Jazz final serisi maçları... Başlı başına rüyaydı...

Pazar günleri 'NBA Action' izlenirdi. Ev ilginç bir biçimde sıcak olurdu o sıralarda (En azından televizyonun olduğu oda) 25 dakikalık NBA Action sonrası en iyi 10 hareket geri sayımı yapılırken, heyecan, mutluluk ve hayranlık dolu bir 3'lük de evlerden yollanırdı basketbol aurasının potasına... 'Bunlar sihirbaz canım. Başka dünyadan bunlar' gibi sesler duyulurdu fonda...

Michael Jordan - Pippen - Charles Barkley - Gary Payton - Grant Hill - Karl Malone - John Stockton - Patrick Ewing - David Robinson - Shawn Kemp - John Starks - Hakeem The Dream - Shaq - Kobe... İşte tüm anılar; tüm bu basketbol aşkı; NBA'in global bir hayal ligi olduğu, Lig'in en sert maçlarının oynandığı günlerinde yaşanıyordu.  Pistons o dönem Lig'in en gösterişli formasına sahipti. 33 numara ne güzel bir numaraydı. Grant Hill'den başka kimler giyiyordu ki... İşte bunlar bile ayrı ayrı araştırma konusu olmuştu çok katlı olmayan evin ara katındaki dairede oturan çocuk için...

O zamanlar; öyle başka zamanlardı işte...

Nerede kalmıştık... (Hatırlatayım sahne: Gece. Kamera dolunaydan, çok katlı olmayan evin ara katındaki daireye doğru dolmakta...)

Sakin bir geceydi...

Saat 03:00 sıralarıydı...

Plastik kol saati, 'Dıt-Dıt-Dıt' şeklinde askeri bir disiplin içerinsinde görevini yapmak üzere sahibine seslenmeye başladı.

Evin çocuğu içeriki odadan gelen alarm sesini duyar duymaz ok gibi yatağından fırlayıp televizyonun olduğu odaya gitmişti bile.

Hemen montlar giyildi ardından bir küçük ısıtıcı açıldı.

Babası da onun kadar heyecanlıydı. 

Az maç yayınlanırdı çünkü o zamanlar. Çok az hem de, arada bir haftasonları... NBA maçı yayını bir sihirli ödüldü ekranın başında gülümseyen bir çocuk için...

Ancak Michael Jordan zamanı iş değişmişti. Bulls-Jazz final serisi sabaha karşı TV'den canlı yayınla veriliyor; o ara kattaki evde ve çevredeki birçok evde tek tük ışıklar açılıyordu.

Spor kültürüne eklemeler oluyordu o maçlar sayesinde...

Zaten Dikembe Mutombo'nun da en az Merhaba Televole kadar ünlü olan ve Türk izleyicileri ekrandan NBA izlemeye çağıran tok konuşması da NBA'e olan aşkın o artış dönemine rastlar...

Gecenin 3'ünde o çok katlı olmayan apartmanın ara katındaki dairede, baba ve oğul mısır patlatıp izliyordu mesela o maçı. Bir yandaki evde ekmek içine biraz beyaz peynir biraz domates konup takip ediliyordu basketbolun büyülü elleri...

Ertesi gün okul sıralarında Petar Naumoski'nin terini formasına silişi kadar Larry Johnson'ın agresifliği, Dennis Rodman'ın saçları da konuşuluyordu.
 
Evet şimdi 24 saat NBA izlenebilir bu imkan var. Ancak bu oyuna olan tutkunun temelleri o dönemde o çok katlı olmayan apartmanın ara katındaki dairede, o apartmanın yan binasında gece maç izlemeye kalkan evin çocuklarının olduğu binada, ertesi gün okunan gazetede, ay başı alınan dergide atıldı...

NBA 'Ben bu oyunu seviyorum' diye diye sevgiyle yaydı oyuna olan sevgiyi...

Aileler gece üşenmedi uykusundan feragat etti maç izledi, çocuklar okudu takip etti merak etti..

Yani sevgi sevgiyi çekti.

Şimdi NBA TV, Lig Pass, NBA 2K, internet siteleri vs vs. Birçok mecra yayıyor NBA tutkusunu. Jordan'ın Pippen'ın meşalesini şimdi LeBron, Curry, Wade, Irving taşıyor. Hikaye sürüyor kahramanlar isim değiştiriyor sadece. Hala ekran başındaki çocuklar o çok katlı olmayan apartmanın ara katındaki dairede oturan çocukla aynı şekilde seviyorlar NBA basketbolunu...

Bu oyun, dünyanın en keyifli oyunu ancak en önemlisi içinde bulunan tutku hep sevgiyle yayıldı.

NBA içindeki hikayeleriyle, oyunun muhteşemliği ile hep kendine hayran bıraktı, bırakmaya devam edecek...

O yüzden o çok katlı olmayan apartmanın ara katındaki dairede büyüyen çocuk nasıl seviyorsa ben de öyle seviyorum bu oyunu...

Koşulsuzca, fütursuzca...

Güzel bir sezon olsun