Unutulmaz 10 Dünya Kupası finali

2006 Dünya Kupası’nın final karşılaşması maalesef oynanan futboldan çok Zidane’ın kafasıyla hatırlanacak. İtalya ve Fransa’nın savunmaya fazla önem vermelerinin sonucu kavga dolu, sıkıcı bir final oldu.

NTV Spor 05 Haz 2014
Unutulmaz 10 Dünya Kupası finali

10. 2006 Dünya Kupası finali
2006 Dünya Kupası'nın final karşılaşması maalesef oynanan futboldan çok Zidane'ın kafasıyla hatırlanacak. İtalya ve Fransa'nın savunmaya fazla önem vermelerinin sonucu kavga dolu, sıkıcı bir final oldu. 7. dakikada tartışmalı bir penaltının sonucunda  Zidane, Fransa'yı öne geçirdi. 19'da Materazzi'nin kafa golü eşitliği getirdi. Ama sonrası tam bir hiç!
 
110. dakika oynanırken Zidane ile Materazzi arasında bir diyalog yaşandığı görüldü. Ardından 34 yaşındaki yıldız, Materazzi'nin karnına kafa attı. Çirkefliğiyle tanınan İtalyan futbolcunun ırkçı aşağılamalar yaptığını sonra öğrenecekti dünya. Arjantinli hakem Horacio Elizondo'nun kırmızı kartı mecburen çıktı. Belki istemeyerek ama mecburen.
 
Fransızların ikinci penaltısını direğe nişanlayan David Trezeguet, kupanın nereye gittiğinin habercisi oldu. Palermo'nun beki Grosso'nun penaltı vuruşu ağlarla buluştuğunda İtalya, Dünya Kupası tarihinde 4. kez şampiyon oluyordu. İtalya'nın stoperlerinden Fabio Cannavaro, dünyada yılın futbolcusu seçilecekti. Ama bu kupanın özellikle grup maçlarının ardından geldiği aşırı defansif anlayış hiç de sempati toplamayacaktı.
  

 
9. 1930 Dünya Kupası finali
Plata Nehri'nin ayırdığı iki ülke, Dünya Kupası finalindeydi. Arjantin'den teknelerle Montevideo'ya geliyordu. Ne var ki kimi tekneler, nehirde kayboldu. Maç oynanırken yollarda hala Arjantinliler vardı. Arjantin Hükümeti'nin üyeleri de kendi özel tekneleriyle limana yanaşıyordu. Arjantinliler'in sloganları basitti, “Arjantin evet, Uruguay hayır!” ve “Ya zafer ya ölüm!”. Arjantinliler'e sınırda silah araması yapıldı.
Maç öğlen 2'de başlayacaktı. Sabah 8'de açıldı kapılar. 100 bin kişilik stada güvenlik nedeniyle 90 bin kişi alınmıştı. Maçın Belçikalı hakemi John Langenus, iki ülke arasındaki rekabetten o kadar korkmuştu ki Uruguay hükümetinden kendisi, yardımcıları ve ailesi için güvenlik garantisi istemişti. Langenus, bununla da kalmamış, olay çıkarsa maçın bitiminden bir saat sonra hazır olacak bir tekne talep etmişti. O kadar dehşetliydi rekabet!
 
Arjantin'in tekmeci ve golcü orta saha oyuncusu Monti'ye iki taraftan da tehdit vardı. Arjantinliler, kaybetmemesi, Uruguaylılar, kazanmaması için tehdit ediyordu. Kulübü San Lorenzo az daha onun oynamasına izin vermeyecekti bu yüzden. Son anda izin çıktı Monti'ye.
 
İki ülkede de yaşam durmuştu. Fabrikalar çalışmıyor, hükümetler toplantılarını iptal ediyordu. Ve bu ruh haliyle iki takım, Centenario Stadı'na çıktı.
 
İki takım da maçın kendi topuyla oynanmasını istiyordu. Hakem Langenus, para atışı yaptı bunun için. Kazanan Arjantin'in topuyla ilk yarı, Uruguay'ın topuyla ikinci yarı oynanacaktı.
 
12. dakikada Uruguay'ın sağ açığı Pablo Dorado, takımını öne geçirdi. Ama Peucelle ve Stabile, topun sahibi Arjantin'i 2-1'e taşıdı ilk yarı bitmeden. Turnuvanın gol kralının attığı gole Uruguay'ın efsane kaptanı Nasazzi çok itiraz etti ofsayt iddiasıyla. Ama Langenus, “Nuh” diyordu “Peygamber” demiyordu.
 
55'te Pedro Cea müthiş çalımlarla kaleye kadar indi ve beraberlik golünü attı. Santos Iriarte ve Castro'nun golleri Uruguay'a 4-2'lik galibiyeti getiriyordu. Montevideo'dan her yerden zafer çığlıkları yükseliyordu. Teknelerin sesleri, “Şampiyon” diye haykırı gibiydi. Ve kupa Uruguay kaptanı Jose Nasazzi'nin ellerindeydi.
 
İlk Dünya Kupası finali belki La Gazzetta dello Sport'ta bir sütundan fazla yer almadı ama Güney Amerika'da yaşam durmuştu. Buenos Aires'teki Uruguay Konsolosluğu taşlandı. Maçın teknik analizi için ise sözü İtalyan gazeteci Berrara'ya bırakalım: “Arjantin, futbolu müthiş bir yaratıcılık ve zerafetle oynuyor. Ama teknik üstünlük var diye taktiği ortadan kaldıramazsınız. İki takıma baktığınızda Uruguaylılar karınca, Arjantinliler ağustos böceği”.
 


8. 1986 Dünya Kupası finali
Batı Almanya, takım içi sıkıntılara ve birçok maçta gösterilen vasat performansa rağmen finale çıkmayı başarmıştı. Beckenbauer'in kafasında Maradona vardı. Orta sahasının en yetenekli isimlerinden birini, Lotthar Matthaeus'a bu görevi verdi. Tıpkı Schön'ün 1966 finalinde kendisini Bobby Charlton'la eşleştirdiği gibi. Arjantin ise sert ve defansif kadrosuyla sahada yerini alıyordu.
 
23. dakikada Arjantin sağdan geldi. Matthaeus, Maradona'ya pek de hoş olmayan bir faul yaptı. Brezilyalı hakem Arppi Filho serbest atışa hükmetti. Maradona ve Valdano'nun yanında bu kupada yıldızı parlayan Burruchaga atışı kullandı. Hayli havalanan topu Schumacher'in alması kesin gibiydi. Ama son büyük şampiyonasını yaşayan 32 yaşındaki kaleci boşa çıktı. Kupa öncesinde hiçbir kulüpte oynamamasına rağmen kadroya alınan libero Jose Luis Brown kafayı ağlara gönderdi. Aynı Brown ilerleyen bölümde omzundan sakatlanmasına rağmen bir zamanlar Beckenbauer'in yaptığı gibi sargıyla sahadaydı.
 
Almanlar ileri çıktıkça açık veriyordu. Maradona'nın etkisizliği Almanlar için avantajdı. Ama onu etkisiz hale getiren Matthaeus da yaratıcı zekasını hücum için kullanamıyordu.
 
55. dakikada uzun bir top Valdano'yu buldu. Ofsayt şüphesi bulunan bir pozisyondu bu. Valdano bomboş topu sürdü, sürdü. Schumacher, kimilerine göre geç terk etti kalesini. Valdano golü attığında herkes Arjantin'in kupayı kazandığına inanıyordu. Ama rakibin pes etmeyen Almanya olduğunun farkında değildi kimse.
 
74. dakikada Brehme'nin kornerinde oyuna sonradan giren Völler kafayı dokundu, Kale önünde tamamlayan Rummenigge'ydi. Saha dışında birbirleriyle yumruk yumruğa giren Almanlar, saha içinde ülkeleri için ellerinden geleni yapıyorlardı. 80'de yine Brehme'nin korneri. Bu kez Berthold kafayla indiriyor. Völler dokunuyor. Almanlar'da büyük sevinç. Ama Maradona'nın büyük futbolcuğu yeniden ortaya çıkacaktı. 83. dakikada Maradona orta sahadan Alman savunmasının arkasına sihirli bir top attı. Burruchaga yine kalesini geç terk eden Schumacher'i avladı.
 
Bu kez Arjantin'in maçı bırakmaya niyeti yoktu. 1970'te Meksika'da bir Güney Amerika yıldızı Pele'ydi ev sahibinin kahramanı. 1986'da ise Maradona omuzlardaydı. Arjantin ikinci kez dünya şampiyonuydu ve tartışmasız Maradona dünyanın en iyi futbolcusuydu.
 


7. 2010 Dünya Kupası finali
Final gelip çatmıştı. İspanya da Hollanda da kupayı hiç kazanmamışlardı. Bir ilk gerçekleşecekti yani maçın sonunda. Final öncesinde UEFA Başkanı Michel Platini'nin bir restoranda geçirdiği rahatsızlık günün konusu olmuştu. Bir başka ilginç demeç de finalin hakemi İngiliz Howard Webb'in eşinden geliyordu, “Evde çocukları idare edemez ama sahada farklı bir adam oluyor”.
 
Final maçının ilk 15 dakikasında İspanya üstünlüğü vardı. Ramos'un kaleci Stekelenburg'dan dönen kafası heyecan yarattı. Ama ilerleyen bölümde Hollanda, İspanya'ya baskı yapmaya başladı. İspanyolların ünlü pas trafiği sekteye uğramıştı. Hollanda takımının sarı kartların havada uçuştuğu ilk yarıdaki sert futbolu da gözden kaçmıyordu özellikle De Jong'un kırmızı verilebilecek tekmesi neredeyse Xabi Alonso'nun kaburgalarını kırıyordu.
 
İkinci yarının ilk yarım saatinde de görüntü aynıydı. Robben iki kez İspanya savunmasının arkasına sarktı. İlkinde golle burun burunaydı. Vuruşunda top terse yatan Casillas'ın ayaklarından kornere çıktı. İkincisinde ise Puyol, onun durumunu bozdu ve Casillas, ayaklarına yatıp golü önledi. İspanya da altı pastan Villa ile inanılmaz bir pozisyon harcadı. Ramos'un az farkla dışarı giden kafası da unutulmamalı.
75'ten itibaren Hollanda yorulmaya başladı ve Fabregas'ın da girişiyle İspanya, orijinal futboluna döndü. Bu, normal sürede gol getirmedi ama uzatmaların tek hakimi İspanya'ydı. 109. dakikada sahanın yıldızı haline gelen Iniesta'yı düşüren Heitinga, ikinci sarıdan kızardı. Artık Hollanda sadece penaltılarla kurtulabilirdi. Ama 116. dakikada Fabregas'ın pasında Iniesta sağdan ceza alanına girdi. Düzgün bir vuruş ağlarla kucaklaştı. İspanya nihayet beklediği zaferi kazanmıştı. Golden önce Hollanda'nın atması gereken korneri vermeyen Webb'e büyük itiraz vardı ama nafile. İspanya Dünya Kupası'nı kazanmıştı. Iniesta'nın golden sonra yakın zaman önce yaşamını yitiren Espanyol futbolcusu Jarque'nin adını yazdığı atletini göstermesi duyguları kabarttı. Iniesta, Barcelona'nın ezeli rakibi Espanyol taraftarları için de efsane haline gelmişti.
 

 
6. 1994 Dünya Kupası finali
Final maçı öncesinde Roberto Baggio'nun oynayıp oynayamayacağı konuşuluyordu. Bulgaristan maçında sakatlanan 27 yaşındaki yıldız, müthiş bir grafik çiziyordu. Brezilya Teknik Direktörü Parreira, “İtalya çok iyi bir takım. Sadece Baggio'dan ibaret değiller. Biz istikrarımızla buraya geldik. Onlar son maçlardaki parlak performanslarıyla” diyordu. Franco Baresi, ilk turda meniskus olmuştu. Tıp ilerlemişti ve finalde oynayabiliyordu. Baggio da riske edilecekti. Ve talihe bakın ki ikisi de belki ileride bu finalde oynamalarına lanet edecekti. Brezilya'da Mazinho oynuyordu. İsveç maçında forma giyen Rai kulübeye dönmüştü. Maçtan önce Parreira'nın annesi ünlü teknik direktörü aramış, “Oğlum Ronaldo'yu oynat” demişti. O Ronaldo 18 yaşındaydı ve birkaç yıla kadar dünyanın en iyi futbolcusu olacaktı. Dişlek çocuk finali kenardan izledi.
 
Belki de en zoru bu final için bir şeyler söylemek. 106. dakikada oyuna dahil olan Viola'nın birkaç çalımı olmasa maçla ilgili hatırlarda bir şey kalmayacak. Yıllar sonra Gaziantepspor'da oynadığı sırada Viola, çalımlarıyla ilgili olarak, “Baresi o yüzden futbolu bıraktı” diyecekti esprili bir dille. Ama olan olmuş bu eşleşme tarihin en kötüleri arasında yerini almıştı. Sırada penaltılar vardı.
 
Baresi ve Marcio Santos'un karşılıklı olarak kaçırdıkları penaltılarla başladı her şey. 4. penaltılara gelindiğinde topun başında Massaro vardı. Ünlü golcü, Taffarel'i yenemedi. Sonrasında topu başında Baggio vardı. Atarsa takımın bir şansı vardı. Kutsal Atkuyruğu, kendi anlatımıyla, “Normalde yaptığımın aksine sert vurmak istedim. Ama yorgundum ve yanlış koşu yaptım. Böyle bir şut çıktı sonunda” şeklinde yorumluyordu dışarı giden penaltıyı. Brezilya şampiyondu. Roberto Baggio, İtalya'da artık en sevilen oyunculardan biri değildi. Kısacası bir kupa boyunca takımı sürükleyen adam, günah keçisiydi. Romario ve Bebeto ise turnuvanın en iyi ikilisi olarak göklere çıkarılıyordu.
 


5. 1978 Dünya Kupası finali
1978 Dünya Kupası'nın en büyük özelliklerinden birisi Arjantinli taraftarların sahaya attıkları konfetilerdi. Maçlar küçük kesilmiş bu kağıtlarla süslü sahalarda yapılıyordu. Finalin de diğer maçlardan bir farkı yoktu bu anlamda.
 
Karşılaşma başlamadan Arjantinliler, Hollandalılar'ın sinirlerini bozmaya çalıştılar. Önce sahaya 5 dakika geç çıktılar. Ardından Rene Van de Kerkhof'un kolundaki bandaja itiraz ettiler. Neeskens, İtalyan hakem Gonella'ya, “Bu bandaj önceki maçlarda da vardı” diyordu. Ama Gonella, o bandajın üstüne bir bandaj daha sarılmasını istedi. Maksat sinir bozmak olsun!
 
Hakem Gonella, Arjantin'e yönük bir maç yönetse de sinirleri bozuk Hollanda'nın çok centilmence bir maç çıkardığını söylemek yanlış olur. Hollandalı futbolcılar, maç boyu 50 dolayında faul yaptılar.
37. dakikada Kempes'in attığı gol Arjantin'i öne geçiriyordu. Maçın son bölümünde Hollanda beraberlik için bastırıyordu. 82. dakikada Haan, topu sağdaki Rene Van de Kerkhof'a uzattı. Onun ortasında Nanninga, kafayı doğru yere gönderdi. Hollanda, rakibin şaşkınlığından yararlanarak galibiyet golünü bulmak istiyordu. Bu arada Passarella, Neeskens'in yüzüne dirseği patlattı. Ve o son dakika. Krol'un klas pası ve Rensenbrink'in direkte patlayan şutu. O, gol olsa belki Arjantin'e demokrasi erken gelecekti.
Uzatmalarda Arjantin daha iyi oynuyordu. Kempes'in kendisini gol kralı yapacak golünden sonra Bertoni, işi netleştiren golü atıverdi. Arjantin 3-1 kazanmış ve dünya şampiyonu olmuştu. Büyük coşku vardı. Cunta memnundu ama futbolseverlerin yüreği buruktu. Hakem hatalarının, masa başı oyunlarının başrolü oynadığı bir kupaydı bu. Turnuvayı izleyen teknik direktör Giovanni Trapattoni, “Hakem oyunları olmasa Arjantin, ilk turu bile geçemezdi” diyecekti. Acaba çok mu aşırı bir tepkiydi bu?
 

 
4. 1974 Dünya Kupası finali
Hem Batı Almanya hem de Hollanda benzer taktiklerle oynuyordu. Ama Hollanda'nın bir Cruyff fazlası vardı. Almanlar'ın bu oyuncuyu kimle tutacağı merak konusuydı. Bayern Münih'in teknik direktörü Udo Lattek, “Bonhof, Cruyff'u bitirir” diyordu. Ama Schön'ün kafasında başka bir isim vardı. Çoban köpeği lakaplı Mönchengladbach savunmacısı Berti Vogts. Rivayete göre genç takımdayken bir turnuvada Cruyff'u sahadan silmişti. Final maçı öncesinde son idmanda çift kalede Cruyff rolünü Netzer oynadı. Netzer, kulüp arkadaşı Vogts'u komik durumlara düşürdü. Schön endişeliydi ama yapacak bir şey yoktu.
Karşılaşmaya Hollanda başladı. Ama nasıl başlamak. Top Almanlar'ın ayağına bile değmeden 20 civarında pas yaptılar. Ardından orta sahanın önünde topu Cruyff aldı. İçeriye basketbol diliyle drive etti. Vogts onu gözden kaçırmıştı. Hoeness, penaltı yapmaktan başka çare bulamadı. Herkes şaşkındı. İngiliz hakem Jack Taylor, penaltı noktasını göstermişti.
 
Cruyff sadece penaltı atmaktan değil duran top kullanmaktan da pek hoşlanmazdı. Penaltılar Neeskens'in, frikikler Van Hanegem ve Haan'ındı. Neeskens geldi ve topu ağlara gönderdi.
 
Hollanda bundan sonra ciddi bir hata yaptı. İkinci bir gol atıp maçı bitirmek yerine rakipleriyle dalga geçer hareketler yapmaya başladılar. Devamlı paslaşıyorlar ama rakip kaleye gitmiyorlardı. Bu da Almanlar'a cesaret verdi. Overath'ın şık pasıyla Holzenbein soldan ceza alanına girdi. Jansen'in hamlesi yetersizdi. Yıllardır Hollandalılar, bu pozisyonda Holzenbein'in kendisini attığını söylerler. Ama işte penaltı. Bu atışı yapmak Breitner'e kalmıştı. Ve gol. Şimdi artık her şey eşitti.
 
İki takım da açılmış pozisyonlar birbiri ardına geliyordu. 43. dakikada Gerd Müller sadece kendisinin aklına gelebilecek bir pozisyonda kaleyi gördü. Kalecilik yeteneklerinden çok topla iyi oynadığı için kaleye alınan Jongbloed topu sadece seyretti.
 
İkinci yarıda Sepp Maier neden dünyanın en iyi kalecisi olduğunu kanıtlayan kurtarışlar yaptı. Ve Cruyff ve arkadaşları hüsranla noktaladı maçı. Yeni FIFA Dünya Kupası Kaiser'in ellerindeydi. Kriz içinde başlayan turnuva kupayla noktalanmıştı ama en önemlisi artık milli takım Almanya'da romantik bir havadan çıkmıştı.
 
Final sonrası banket akşam Münih Hilton Oteli'ndeydi. Bayern Münihli Sepp Maier yakından tanıdığı Bavyera Başbakanı'nı kendi tarzıyla selamladı. İki adam birbirini yakından tanıyordu ve sorun yoktu ama bir federasyon görevlisi Maier'i azarladı. İlerleyen bölümde futbolcular, eşlerinin bankete alınmadığını öğrendiler. Tartışmalar yüksek sesle yapıldı. Gerd Müller, Wolfgang Overath, Jürgen Grabowski ve isyankar Paul Breitner, milli takımı bıraktıklarını açıkladılar. Bir tek Breitner yıllar sonra dönüş yaptı.
Almanlar büyük bir başarı kazanmıştı ama bu zaferi kutlamayı becerememişlerdi.
 


3. 1954 Dünya Kupası finali
Dünya Kupası tarihinin en çok bilinen maçlarından birisidir 1954 Dünya Kupası finali. Bu maça geçmeden Fritz Walter'den bahsedelim biraz. Batı Almanya'nın 34 yaşındaki orta saha virtüözü kaptanından.
Kaiserslautern kentinde doğup büyümüştü Fritz. İkinci Dünya Savaşı başladığında 19 yaşında genç bir yıldız adayıydı. Alman Milli Takımı'nın teknik direktörü Sepp Herberger'in dikkatini çekmesi uzun sürmedi. Savaş devam ediyor ama Fritz, birliğine gitmek yerine tarafsız ya da işgal altındaki ülkelerle yapılan milli maçlarda boy gösteriyordu. Büyük bir futbolcu olacağına herkes emindi. Ama Almanya'nın yenilgisi kaçınılmaz hale geldiğinde ortada kalmıştı. Mecburen birliğine gitmişti. Birlik Sovyet ordusuna değil Amerikalılar'a teslim olma niyetindeydi. Bir Amerikan birliği de buldular. Ama Yankiler, Sovyet bölgesinde oldukları için teslim ettiler ballı bölüğün elemanlarını. Fritz artık Sibirya'ya giden trendeydi. Bir daha ülkesini canlı olarak göreceğinden şüpheliydi. Çalışma kamplarından önce Ukrayna'da bir esir kampında mola verdiler. Askerler top oynuyordu. Çek, Macar, Polonyalı askerler de vardı futbol sahasında. Canı çekti Fritz'in. “Oynayabilir miyim” diye sordu. Gelmesini söylediler. Öyle iyi oynuyordu ki farkedildi. Bir Macar subay yanına geldi. “1942'de bizi yenmiştiniz ve sen 2 gol atmıştın” dedi gülerek. Sabah Sibirya'ya giden tren kalktığında Fritz içinde değildi. Ukrayna'daki kampta 8 ay esirlere futbol öğretti ve ardından Kaiserslautern'e döndü. 9 yıl sonra 34 yaşında Dünya Kupası'nı kaptan olarak aldığında rakip onu kurtaran subayın ülkesiydi: Macaristan.
 
Almanlar'ın bir başka avantajı Adi Dassler'in hazırladığı özel kramponlar. Herberger'in dehası, Dassler'in zekası ve Alman futbolcuların inanılmaz hırsı. Almanya'nın formülü buydu.
Herkesin merak ettiği konu Puskas'ın oynayıp oynamayacağıydı. Brezilya maçında olanlar raporda belirtilmediği için cezadan kurtulmuştu. Ama sakatlığı doktorlara göre pek de izin vermeyecekti oynamasına. “Zaten” diyordu Puskas, “Ben sağlamken 8-3 yendik. Şimdi sakat olduğum için 7 golde kalırız”.
 
Fritz Walter'in yağmurlu havaları sevdiği bilinir. Alman futbolcular final sabahı uyandıklarında yağmuru gördüler. Yüzleri gülüyordu. Bu havada kaptanlarının iyi performans göstereceğini biliyorlardı.
Puskas sahadaydı. Onunla iyi geçinmediği bilinen Budai ise kenardaydı. Almanlar ise Avusturya'yı perişan ettikleri sistemle çıkmışlardı finale. Seyirciler daha koltuklarına ısınamadan Macarlar golü buldu. 6. dakikada güzel bir kontratak yakaladılar. Bozsik, Kocsis'i ara pasla kaçırdı. Onun şutu Alman savunmasına çarpıp Puskas'ın sol ayağının önüne düştü. O da fırsatı kaçırmadı.
 
Hemen ardından Kohlmeyer inanılmaz bir geri pas hatası yaptı. Pası beklemeyen Turek topu tutamadı.Czibor rahatça farkı ikiye çıkaran golü kaydetti. Almanlar için hiç de iyi bir başlangıç değildi bu. Grup maçındaki o farklı sonucun bir benzeri mi yaşanacaktı? Almanlar hiç de istemiyordu bunu. 10. dakikada Schaefer ortaladı. Rahn topu geriye doğru çıkardı. Bozsik'ten seken topu içeri bırakan Morlock'tu. Batı Almanya yeniden maça dönmüştü.
 
Puskas'ın sakatlığı onun hızını kesmişti. Almanlar, Macarlar'ın göründükleri kadar dokunulmaz olmadıklarını anlamıştı. 18. dakikada Fritz Walter'in falsolu kornerini ne kardeşi Ottmar ne de Macar kaleci Grosics yakalayabildi. Rahn önüne gelen fırsatı kaçırmadı.
 
84.dakikada Rahn'ın karambol golüyle Almanlar öne geçti. Macarlar son bir hamleyle saldırdı. 86'da Puskas beraberlik golünü attı. Ne var ki Galli yan hakem Mervyn Griffiths bayrağı kaldırmıştı. Puskas, “Biz İngilizler'e Wembley'de 6 gol attık. O bayrak, o maçın intikamıydı” diyecekti.
 
Maçtan sonra kupayı Jules Rimet, Fritz Walter'e veriyordu. Almanlar 20 yıl daha bu kupayı göremeyecekti ama takım görevini yapmıştı. Bir ulusun yeniden doğuşunun simgesi olmuştu Bern mucizesi.
Macaristan'ın harika takımı 2 yıl sonra dağıldı. Honved takımı turdayken Sovyetler Birliği ordusu, Macaristan'a girdi. Başta Puskas olmak üzere milli takımın yıldızlarının çoğu başka ülkelere kaçtı. Macarlar zaman zaman saman alevi gibi parlasalar da bir daha böyle bir takım yaratamayacaklardı.
 


2. 1966 Dünya Kupası finali
Final öncesi Batı Almanya ve İngiltere teknik direktörlerinin de sorunları vardı. İngiliz hoca Ramsey, Greaves'in sakat olduğu maçlarda Hurst'ün gösterdiği performanstan memnundu. Roger Hunt, belki Greaves seviyesinde değildi ama o da çok faydalıydı. Greaves, finali kenardan izleyecekti.
Helmut Schön, kalecisi Tilkowski'den pek de memnun değildi. Ama onun yedeği genç Sepp Maier de sakattı. İstemeye istemeye Tilkowki'yi oynatacaktı Schön. Sol dışta oynayan Emmerich de başına belaydı. Almanya'nın en iyi oyuncularından biriydi. Ama cesaret ve sorumluluk konusunda defosu vardı. Schön, onu oynatmayıp finali kaybederse eleştirilerin yağmur gibi geleceğinin de farkındaydı. Emmerich'i seçti bu yüzden.
 
Almanlar, İngiltere'yi en son 1901'de yenebilmişti. Tarih ve istatistikler İngiltere'nin tarafındaydı. Schön, orta sahasındaki en önemli oyuncu olan Franz Beckenbauer'i Bobby Charlton'ın üzerine vermişti. Kupanın kaderini bu eşleşme belirleyecekti. İngilizler ise Ball'un hızını Schnellinger'in yavaşlığından yararlanmak için kullanacaktı.
 
12. dakikada Held soldan ortaladı. Wilson'dan seken top Haller'in şutuyla ağlarla buluştu. Almanlar sürpriz bir başlangıç yapmıştı. Ama İngiltere 6 dakika içind oyunu ve skoru dengeledi. Moore'un kullandığı serbest atış havada süzüldü. Kaleci Tilkowski ve Alman savunmasının bakışları arasında Hurst estetik bir kafa vuruşuyla durumu 1-1 yaptı. 78'de Peters'ın vuruşu gol olduğunda İngilizler, kupayı kazandıklarına emindi. 86. dakikada Hunt-Charlton ikilisi net bir pozisyonu harcadılar. Maçın kaderinde uzatmalar vardı.
 
89'da Almanlar sol tarafta bir faul kazandılar. Sanki bu atağın sonunu tahmin edercesine Stiles, İsviçreli hakem Dienst'e deli gibi itiraz ediyordu. Hakemin kararı değişmedi. Atış kullanıldı. Kale önünde inanılmaz bir karambol yaşandı. Weber son dokunan adamdı. Maç uzatmaya gidecekti.
 
Belki de futbol tarihinin en tartışmalı pozisyonu 101. dakikada yaşanacaktı. Hurst'ün şutu üst direğe vurup yere inmiş sonrasındaysa Alman savunması kornere göndermişti topu. Hakem Dienst, korneri işaret edecekti. Ancak İngiliz futbolcular gol olduğunu söylüyordu. Dienst hemen yardımcısına koştu. O dönemde Dünya Kupası'nda yan hakemler, orta hakemler arasından seçiliyordu. Sovyetler Birliği Futbol Federasyonu'ndan Tevfik Bahramov'du yan hakem. Bıyıklı Bahramov, kafasını sallayarak gol kararı verilmesi gerektiğini işaret etti. Azeri futbolunun simge ismi Bahramov, bugün Bakü'deki ulusal stadın isminde yaşıyor.
 
Yıllar sonra İngilizler de Almanlar da elektronik cinliklerle pozisyonu kendi istedikleri gibi değerlendirdiler. Sonsuza dek o pozisyonun gol olup olmadığı bilinemeyecek.
 
İngilizler 120.dakikada Hurst'le bir gol daha bulup 4-2 kazandılar. Geoff Hurst, bir Dünya Kupası final maçında hat-trick yapan ilk futbolcu oldu.
 


1. 1950 Dünya Kupası final grubu son maçı
Brezilyalı antropolog Roberto Da Matta şöyle der, “1950'de Maracana'da olanlar çağdaş Brezilya tarihinde yaşanan en büyük felakettir”. İlerleyen yıllarda Brezilya, futbolda çok büyük başarılara imza atmasına karşın 1950 Dünya Kupası'nın son maçında Uruguay'a karşı alınan yenilgi hiç unutulmadı. Hatta bu olayın bir adı bile oldu: Maracanazo.
 
16 Temmuz 1950'de Maracana Stadı'nda 173 bin 850'si biletli 199 bin 954 kişi vardı. Hemen hepsi 90 dakika sonunda Brezilya'nın kupayı alacağını düşünüyordu. Brezilya Milli Takımı, kamp yerini şehir içine taşımıştı. Ekim ayında yapılacak seçimlere katılacak adaylar da otel çevresinde onların popülaritesinden yararlanmak istiyordu. Futbolcular final sabahını imza dağıtarak ve fotoğraf çektirerek geçirdi. Maça giderken otobüsün geçirdiği minik kaza, ki Augusto kafasını tavana vurmuştu, belki de işlerin olumsuz geçeceğinin işaretiydi.
 
Uruguaylı futbolcular, atmosferden etkilenmişti. Milli marşlar okunurken Julio Perez heyecandan altını ıslattı. “Utanç duymuyorum” diyordu maçtan yıllar sonra. Uruguay Futbol Federasyonu Başkanı Jacobo bile oyuncularına, “Önemli olan 6 gol yememek. Sadece 4 gol yersek bile başarı” diyordu karşılaşma öncesinde. Rio Belediye Başkanı da halkı ve takımı, “Turnuvanın galibi olacak Brezilyalılar, birkaç saat sonra şampiyonluğunu kutlayacağımız siz Brezilyalı futbolcular” şeklinde selamlıyordu.
 
Brezilya baskısıyla başladı oyun. Tribünlerden gelen destekle Uruguay ceza alanı çevresine sıkıştı oyun. Ama savunmada kaptan Varela ve Andrade'nin fedakar oyunları, Maspoli'nin kaledeki performansı Brezilya'ya imkan vermiyordu. Seyirci sabırlıydı. Çünkü 0-0 bile şampiyonluk demekti.
 
İkinci yarı başlar başlamaz Brezilya'nın kupa başından beri çok iyi işleyen forvet hattı Uruguay duvarını yıktı. Ademir ve Zizinho, Uruguay savunmasını sola doğru çektiler. Sağda boş kalan Friaça topu sürdü ve golü attı. Tribünler inanılmaz bir sevinç yaşıyordu. Şampiyonluk yakındı. Bir gol yeme lüksleri bile vardı. Ama Uruguaylılar'ın morali bozulmamıştı. Beklenenden daha sakindiler. Belki de federasyon başkanının sözleri onları rahatlatmıştı.
 
Uruguay atak yapmaya başladı. Efsanevi savunmacı Varela bile hücuma yardımcıydı. Perez'in şutunu Barbosa, parmaklarının ucuyla çıkardı. 66'da Varela, topla orta sahayı geçti. Sağdan kaçan Ghiggia'ya harika bir pas çıkardı. Ghiggia, zavallı Bigode'yi rahatça geçti. Ardından bomboş durumdaki Schiaffino'ya ortaladı.O da gerekeni yaptı.
 
Şimdi panik ve stres Brezilya'nın üzerindeydi. O 50 dakika maçı domine eden takım gitmişti. 79'da Ghiggia, Perez'i gördü. Perez, Jair'den sıyrılıp topu yine Ghiggia'ya aktardı. O da çaprazdan ağlara gönderdi topu.
 
Tribünler sessizdi. Saatlerce yerlerini terk etmediler. Kendini tribünden atıp intihar eden de oldu hüngür hüngür ağlayan da. FIFA Başkanı Jules Rimet, sahanın içinde kendi adını alan kupayı verecekti. Ama çevresinde bir karışıklık vardı. Uruguaylı futbolcular da sevinçten ağlıyordu. Sonunda Varela'yı gördü ve kupayı verdi. Ghiggia, maçtan yıllar sonra şöyle diyordu, “Maracana'yı tek bir hareketle susturabilen 3 kişi var. Frank Sinatra, Papa 2. Jean Paul ve ben”.
 
Brezilya'yı bu yenilgi o kadar etkiledi ki 1952 Nisan ayına kadar milli maç yapmadılar. Maracana'ya 1954 Mart ayına kadar gitmediler. 3 siyahi oyuncu Bigode, Juvenal ve kaleci Barbosa, günah keçisi ilan edildi. Öyle ki Barbosa yıllar sonra bir fırına girdiğinde yaşlı bir kadın yanındaki torununa onu gösterip, “Bak bu tüm Brezilya'nın ağlamasına neden olan adam” diyordu. Barbosa o kadar etkilenmişti ki bir gün arkadaşlarına verdiği barbekü partisinde Maracana'da gol yediği kalenin direklerini yakmıştı. Daha da kötüsü 1993 yılında Brezilya Milli Takımı'nın kampını ziyaret edip öğüt verme isteği reddedildi. Bir daha siyahi bir kalecinin Brezilya kalesini koruması için Dida'nın gelmesi gerekecekti.